Dokunulmazlıkların kaldırılması (3)

Vahap Coşkun

VAN 30.04.2016 10:30:36 0
Dokunulmazlıkların kaldırılması (3)
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Bir vekilin dokunulmazlığını kaldırmak, hukuki olmaktan ziyade, siyasi bir tavırdır. Dokunulmazlıkların ele alınmasını sağlayan, hukuki gereklilikler değil, genellikle siyasi gündemin tesiridir. Bu da tabiatıyla birtakım siyasi neticeler doğurur.

 

Türkiye’nin yakın tarihinde en sıkıntılı dokunulmazlık süreci 2 Mart 1994’te yaşandı. Emniyet güçleri Meclis’te darbe yaptılar ve henüz müzakerelerinin devam ettiği bir esnada DEP milletvekillerini yaka paça gözaltına alındılar. Dokunulmazlığı kaldırılan vekiller, on yılı aşkın bir süreyi cezaevinde geçirdiler.

 

O günlerde bu yapılanı yanlış bulan, fakat bugünlerde dokunulmazlığın hararetli savunucusuna dönüşen bir kesim var. Geçmişte bu kesim, hukuk ihlali yapılarak vekillere dokunmanın memleketin hayrına olmadığını, milli iradeye saygı gösterilmesi gerektiğini, demokrasinin bir tolerans rejimi olduğunu, halkın temsilcilerine tahammül eşiğinin çok geniş tutulması gerektiğini yazıp çiziyorlardı.

 

‘SURDA GEDİK AÇMAMAK’

 

Hâlihazırda ise tamamen farklı bir noktalardalar. Dokunulmazlığını kaldırmanın Meclis’in namus meselesi haline geldiğini, halkın iştiyakla bunu beklediğini, dokunulmazlığa aykırı bir tavır takınanın halkın karşısına çıkamayacağını, vs. belirtiyorlar.

 

Bilmeyen de her mevzuda halkın görüşüne pek değer verdiklerini sanır. Mesela, halk dört bakanın da Yüce Divan’a gönderilmesini istiyordu. Ama şimdilerde dokunulmazlığın kaldırılmasını amansız bir şekilde savunanlar, o dönemlerde “surda gedik açmamak lazım” deyip halkın talebine kulaklarını kapatmakta bir beis görmemişlerdi.

 

Vekillere –daha doğrusu HDP’li vekillere- dokunmak taraftarı olanlara göre, bugün ile 1994’ün koşulları çok farklı. Dolayısıyla o gün ortaya çıkan menfi tablo bugün için geçerli olmaz. Aynı kanıda değilim. Elbette şartlar değişti. Elbette köprünün altından çok sular aktı. Lakin ister 1994’te olsun ister 2016’da, bir vekile kelepçe takmanın rahatlıkla izah edilebilir bir tarafı yok.

 

Hele bugünkü konjonktürde! Dış dünyada giderek yerleşen bir “otoriter” algısı var. Vekillerini içeri tıkan bir Türkiye görüntüsü, bu algıyı çıkmayacak bir damgaya dönüştürür. Bundan dolayıdır ki Başbakan, yargıdan ülkenin iyiliğini düşünerek hassasiyetle hareket etmelerini beklediklerini ifade ediyor. Oysa yargı çok parçalı, dolayısıyla bu beklenti de çok naif!

 

Siyasi mücadele, siyasi mekanizmalarla yapılır. Doğru olan budur. Dokunulmazlıkları kaldırmak, aslında siyasi bir hesabı hukukla görmek, siyaseten yanlış olduğu düşünülen bir davranışın cezasını hukuku araç kalarak kesmek anlamına gelir.  Birçok bakımdan yanlıştır bu:

 

İlki, vekilleri cezalandırmak, onları hapse tıkmak onların temsil ettiği siyasi çizgiyi zayıflatmaz, tersine daha güçlü kılabilir. 1994’ten bugüne kadar izlenen seyir bu manada önemli bir veri sayılır.

 

İkincisi, bir siyasi hareketin temsilcilerinin gayri hukuki metotlarla tasfiye edilmesi her zaman bir mağduriyet yaratır. Siyaset alanın dışına itelenenler, kitlelerinin gözünde haksızlığa maruz kalmış kişiler olarak değerlendirilir. Bu mağduriyet hissi, kitlenin daha fazla kenetlenmesine yol açar. Kitle kendini bir varlık-yokluk davası içinde görmeye başlar, bu da siyasi aktörlere yönelik eleştirel yaklaşımı zayıflatır, onların yanlışları sorgulanmaz kılar.

 

Üçüncüsü, bir bütün olarak demokrasinin tahribi ve siyasetin işlevini yitirmesidir. Sorun çözmek için güçlükle inşa edilmiş bir pencerenin kapatılması, siyaseti iş göremez hale getirir. Demokratik mekanizmalar körelir, talepler ve eleştirilerin dile getirileceği zeminler aşınır ve hatta zemin kayması yaşanır. Gerilim yükselir ve şimdilerde tanık olduğumuz üzere Meclis’te bile fikirler değil yumruklar hükümran olmaya başlar.

 

Meclis, bu hataya düşmemeli, kendi eliyle kendi ayağına sıkmamalı, kendini siyaseten sakatlamamalıdır. Topal bir Meclis’in kimseye bir faydası dokunmaz!