Doğru Düşünmenin Yöntemi

Şu halde doğru düşünceye ulaşmak için;

VAN 8.05.2013 15:59:20 0
Doğru Düşünmenin Yöntemi
Tarih: 01.01.0001 00:00
Doğru Düşünmenin Yöntemi
 
İnsanı, diğer canlandırma ayıran vasfı, akıl iken, aklı anlamlı kılan da fikir üretmesidir. Fikir/düşünce, eşya hakkında aklın doğru/yanlış hükümleridir. Bu bağlamda fikir, doğru ya da yanlış olsun, insan zihninin, varlık dünyasına ilişkin vermiş olduğu hükümlerin genel adıdır.
 
Fikrin/düşüncenin oluşması için şu dört unsurun varolması gere­kir. Bunlar 1) eşya, 2) duyu organları, 3) akıl, ve 4) sabık bilgidir. Bu 4 unsurdan birinin eksik olması durumda, fikir oluşmaz. Eşya hakkında duyu organlarının yardımıyla bilgi sahibi olan insan, düşünsel süreçten sonra, bunları, sabık bilginin de yardımıyla anlam­landırarak fikir/düşünce üretir.
 
Burada karşımıza ilk bilginin/sabık malu­matın nasıl oluştuğu sorusu çıkmaktadır. Kur'an bu konuda "Ve Adem'e isimleri öğretti" ve "Adem Rabb'inden kelimeler telak­ki etti (öğrendi)" buyurarak, insana ilk bilgiyi Allah'ın verdiğini beyan etmekte ve pekçok spekülasyonun nedeni olan bu tartışmayı bitir­mektedir.
 
Sabık bilgiyi elde eden insan bilinen şu 3 yoldan bilgi edinir:
 
1) Eşyanın zatının algılanması yoluyla,
2) Eşyanın izinin al­gılanması yoluyla,
3) Doğru -sadık- haber yoluyla.
 
Beş duyu organı vasıtasıyla eşyanın zatı hakkında bilgi edinilebildiği gibi, eşyanın zatının olmaması halinde, izinden/eserinden yola çıkarak ta bilgi edinilebilir. Örneğin, bir kediyi görmediğimiz halde, izinden onun kedi olduğu sonucuna varabiliriz. Bir de Pey­gamberler vasıtasıyla bize ulaşan doğru haber vardır ki, bu da bilgi edinmenin yollarından birini teşkil eder. Peygamberler aracılığıyla bize ulaşan bu bilgiye Vahiy' diyoruz. Vahiy, duyu organlarınca algılanamayan alem (gayb alemi) hakkında bilgi edinmenin tek yoludur.
 
Bu bilgi Allah'ın katındadır ve insanoğlu, kendi çabasıyla bu bilgiyi elde edemez. Ancak Allah dilerse, o da ancak O’nun dile­diği kadarıyla, Resulleri vasıtasıyla bu bilgiye sahip olunabilir.
 
Vahiy, varlığın da, ilmin de kaynağı olan Allah katından geldiği için, eşyanın tabi olduğu sebep-sonuç ilişkisine ters düşmez. Vahiy, duyu organlarıyla algılanan aleme ait bilgiyi kuşattığı gibi, bu organların algılamayadığı aleme ilişkin bilgiyi de içermesi nedeniyle, daha üst bir bilgidir. Bu nedenle vahiy, bilgi kaynaklarının ilkidir, öyle olmalıdır da.
 
Allah'ın çağlar boyu, insanlara vahiy göndermesi, insanın aklıyla 'her türlü' bilgiye ulaşamadığının/ulaşamayacağının da delili sayılmalıdır. Zira akıl her türlü bilgiye ulaşabilseydi, en azından tarihsel tekamül süreci içinde, insanlığın belirli konularda mutlak bilgiye ulaşmış olması gerekirdi. Bu yüzden, insanlığın vahye muhtaç olduğu kabul edil­melidir. Akıl ve ahlak bakımından insanlığın zirvesinde olan (huluk'in-azîm) Hz. Muhammed'e dahi, "ne yapacağını bilmez halde bulup, doğru yola ulaştırmadık mı?" şeklinde hitap edilmesi, bu gerçeğin açık ifadesidir.
 
Bu noktada vahyî bilgi ile kesbî bilginin doğru bir biçimde tanımlanması gerekmekte­dir. Vahyî bilgi, insan, evren ve hayat hakkında evrensel kuralları içerir ve bu bilgi, eşyaya ait bilgiyi de kuşatır. Kesbî bilgi, insa­na bahşedilen akıl ve beş duyu ile bilinebile­cek bilgidir; Allah'ın eşyaya koymuş olduğu kanunların bilgisi bu alana girer, insan aklının kuşattığı bu alan, bilimin/ilmin alanıdır ve sonuçlarından biri de teknolojidir, insan bu alanda çok geniş bir düşünsel hareket serbestisine sahiptir.
 
Atomun parçalanabilmesinden tutun   da,   microchip'ler   yoluyla muazzam boyutta bilginin depolanmasına ait teknikleri de, insan, bu yolla bilebilir. Ancak yine de, bu alanda ulaşılacak en üst düzeyde bilgi bile, kendisine "çok az ilim verilen" insanın, gayba ait konularda hakikati yakalayamayacağı gerçeğini değiştirmez.
 
İnsan, bu bilgisiyle ne Cennetin ne de Cehennemin varlığına ya da yokluğuna ait kesin bir fikir geliştiremez/ileri süremez. Bu konudaki kesin bilgi, ancak Mutlak Bilgi'nin sahibinden alınabilir ki bunun adı da vahiydir.
 
Vahyî bilgi, ayrıca kural da koyar. Örne­ğin, miras, örtünme, faiz, yetimlerin malları, zekat vb. gibi alanlarda sabit hükümler içerir. Bu hükümlerin, salt akıl yoluyla doğruluğu/ yanlışlığı ispatlanamaz. Vahyî bilgi, o konuda mutlak doğrunun ifadesidir. Akıl, o hükmün doğruluğunu 'anlayabilir'. Akıl, vahyî bilgiyi yanlışlayamaz. Eğer vahyin hükmü, akla aykırı gibi görünüyorsa, akıl, ya o konuda yeterli bilgiye sahip değildir; ya da akıl, hevanın/arzu ve isteklerin tesirinde kalmıştır.
 
İşte bu noktada vahyin, doğru anlaşılması sorunuyla karşılaşırız. Doğru düşünebilmek için, vahyin    kaçınılmazlığını vurgulamak yeterli değildir; vahyin doğru anlaşılması da gereklidir. Vahiy, kendi bütünlüğü içinde ele alınmalı, parçacı yaklaşımla, vahye ters sonuçlar çıkarılmamalıdır. Örneğin,    "kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın" ayetini, cihada katılmamak için delil getirmek asla mümkün değildir, ancak bu ayete böyle bir anlam yükleyenler olmuştur. Bu anlayış sahip­leri, vahyi kabul etmekle birlikte, ona yanlış anlamlar yüklemek suretiyle, doğru düşün­menin gereklerini yerine getirmemiş olmak­tadırlar.
 
Buraya kadar anlattıklarımızdan şu sonu­cu çıkarabiliriz. Doğru düşünebilmek için, doğru bilgiye, işlevini gören ağırlıklı duyu organlarına ve sağlıklı çalışan akla ihtiyaç vardır. Vahiy, mutlak anlamda doğru bilgidir. Vahiy kökenli bilgi yukarıda sıralanan şartların da yerine getirilmesi durumunda, doğru fikre ulaştırır.
 
Akide de doğru düşünceye, doğru bilgiye dayanmalıdır. Akide, hayat, evren ve bunların öncesi ve sonrası hakkındaki hükümlerden oluşur. Vahye dayanan ve doğru bilgi edin­menin yollarına uyularak elde edilen bilgi, doğru akideyi doğurur. Bu bağlamda Kur'an akidenin/itikadın temelini oluşturur.
 
Metod ise doğru akideye dayalı dünya görüşünden/nizamdan çıkar. Metod, bir siste­matiktir. Belirleyicisi ise düşüncedir. Ancak metodun doğruluğu ile, doğru düşünce arasında da doğru orantılı bir ilişki vardır. Nitekim ilim metoduna uygun olarak öğreni­lirse ancak, istenen sonuca götürür. Yanlış metod, genellikle yanlış bilgi ve fikre götürür.
 
Doğru fikre ulaşmak için, önyargılardan (vehim vb.) kurtulunmalıdır. Düşüncenin önündeki engeller (gelenekler, adetler, tasavvufî hurafeler, mezhep taassubu vb.) aşılarak vahye dayalı düşünülmelidir. Vehim, eşya hakkındaki hükmün yanlış verilmesidir ve insanı yanlışa götürür. Ayrıca nefsin arzuları da (heva ve heves) doğru düşüncenin önündeki en önemli engellerden biridir. Ya­hudiler Peygamberin Allah'ın Elçisi olduğunu "kendi oğullarını tanır gibi" bilmektedirler, ancak nefislerine uyarak bu bilgilerini imana dönüştürmemişlerdir.
 
Şu halde doğru düşünceye ulaşmak için;
 
1.     Doğru bilgiyi -vahiy- ilk şarttır.
2.     Vahiy kendi bütünlüğü içerisinde ele alınmalıdır.
3.     Akıl, vahyin yönlendiriciliğinde işlev görmelidir.
4.     Akıl, eşyanın zatına uygun hüküm vermelidir.
5.     Duyu organları sağlıklı çalışmalıdır.
6.     Sabık bilgiden yararlanılmalıdır.
7.     Vehim, önyargı ve nefsin arzu­larından uzak durulmalıdır...
 
Kaynak: İktibas Dergisi, Sayı: 202, Ekim 1995.