Dinler neden yok olmuyor?

MARKAR ESAYAN

VAN 26.10.2014 10:11:28 0
Dinler neden yok olmuyor?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 İlerlemeci aydınlanma bizlere, din ve dini kurumlaşmanın temelinde yeryüzünü tamamen kontrol etme ihtiyacının yattığını söyler. "Denetimin zorlaştığı noktada tanzim edici rol üstlenen bir yapıya ihtiyaç hasıl olduğunda ortaya din çıkmıştır...' Mekanistik kurama göre, eğer tanzim edici ve daha iyi işleyen, ampirizme açık, elle tutulabilir, akılla kavranabilir, evrim geçirmeye dayalı başka bir sistem kurduğunuzda, haliyle din anlamını ve işlevini kaybedecektir. Neden bir insan, tanzim edici ihtiyaçları, vergi ödemek, seçimlerde oy kullanmak ve bürokrasinin tanımlı dünyasını kavramakla edineceği faydayı, karmaşık, insana ağır ahlaki sorumluluklar yükleyen, vahye dayalı ve temel vaadi öteki dünyaya taşan bir sisteme razı olsun ki!

Evrimci anlayış ise dini bir hurafe ve büyü seviyesinde tanımlamıştır.

Aydınlanmacı ilerlemecilik böyle bir tanım yapınca, dinin de modern toplumlarda tedavülden kalkması beklendi. Aydınlanmanın kendisini bağladığı tanım bunu zorunlu kılıyordu. Kurucu ötekinin din olmasıyla aydınlanmanın dine kendi ömrü kadar yaşam öngörmesinin zaafı esgeçildi. Dinin ortadan kalkmasıyla aydınlanma diyalektik ve dikotomik dayanağını da yitirecekti. Yani dinle ilişki çift taraflı bir kapana sıkışacak şekilde kuruldu. Aydınlanma dinle bir nefret-ihtiyaç sarkacında sallanır buldu kendisini. Hem onun bir türlü yok olmamasını nefretle karşıladı, hem de bunun olması halinde kendi varlık nedenini kaybetmekten korktu.

Dini bir kez geçici, ikame kabul eder bir tahakküm mekanizması olarak tanımladığınızda, aynı yolla modern kurumların hepsinin çökmesinin de yolu açılmış oluyordu. Bunu Leszek Kolakowski tutarlı örneklerle kanıtlar. Mesela tıp bilimi... Özellikle psikiyatride, doktorların hastalarına koydukları teşhislerin, pre-modern toplumda 'Moralim bozuk' demenin anlamının psikiyatride onlarca hastalık üzerinden çeşitlenerek insanları kontrol ettiğini savunanlar da vardır. Feministlerin kadın cinsinin haklarını korumak için yola çıkarken, cinsiyet farklarını belirsizleştirmeye dönük inançlı çabaları, kendi davasını da belirsizliğe mahkum eder. Bazı marksistlere göre, hukuk, sınıf tahakkümünün teminatı olduğuna göre, teknik ve taktikler hariç orman kanunu ile hukuk devleti arasında reel bir fark yoktur. (Leszek Kolakowski, 'Modernliğin Sonsuz Duruşması', Pınar Yayınları, s. 97-112.)

Oysa din yok olmamıştır. Marksizm tarih olmuş, diğer ideolojiler şekilden şekile dönüşmüş, Batı kültürü-bilimi bunalıma girmiştir. Din bunu uzaktan sadece seyretmiştir. Müstehzi bir yüz ifadesiyle…

Dinin sadece bir kontrol ve tanzim ihtiyacından doğmuş olduğuna inananlar, doğada ve insanda bulunmayan bir ihtiyaç-koşullanma tekniğinin nasıl olup da insan muhayyilesini binlerce yıldır bir abesle iştigal ettirdiğini, hangi başarıya dayanarak kutsallar tesis ettiğini cevaplamak zorundadır. Hıristiyan-Musevi kültürüne bindirilmiş laik bir kurgu olan Aydınlanma, İslam'dan da çokça faydalandığını düşünürsek, belli ki dine ciddi bir değer atfetmiştir. Neden ki? Aydınlanma ve mesela Marksizm'in dini araçları dönüşütürerek kullanmayı zaruri görmesi, neye tekabül eder? Neden 'vadesi belli, konjonktürel tanzim ihtiyacından doğan fani bir yapı' aynı zamanda sürekli taklit edilir?

Din, hem öngörülere rağmen yok olmadığına, hem de sürekli ona öykünüldüğüne göre, mekanistik-evrimci anlayışın kestirmeciliğin teorisi çökmüştür. Bu fani yazıda dinleri veya Allah'ı kanıtlamak gibi bir iddiam yok. Sadece dine rasyonel yaklaşım biçimlerini irdeliyorum.

Çünkü Allah, din, iman, özel metafizik yollarla kavranabilir. Bu manada, Allah'a ve dine imanın, rasyonel bir bakışla çürütülmesi mümkün değildir. Bunu yapabileceğini iddia eden kişinin önce çok iyi bir mümin olması gerekirdi (çelişki.) Reddettiğiniz, içinde olmadığınız bir süreci tanıyamaz ve orada ne olduğunu asla bilemezsiniz. Bir şeye 'akıl dışı' dendiğinde, had bilmenin gereği olarak, dışında kaldığınız şeye karşı da her zaman bilgisiz olacağınızı baştan kabul etmeniz gerekir.

O zaman dürüst rasyonelin şu soruyu sorması gerekir: Eğer din ve iman bir türlü yok olmuyorsa, insanda bu varlıksal bir ihtiyaç mıdır? Kolakowski'nin cümleleriyle 'Sair tatminlerle susmayan, ikame kabul etmeyen ve onlarda erimeyen dini ihtiyaç diye müstakil bir keyfiyet mevcut mudur?'

Haftaya sağ kalırsak buradan devam edelim.