Din'i Tehdit Eden Bir Kurum Olarak; Diyanet İşleri Başkanlığı

Her gün Kur’an- ı Kerim kitabının bir kısmının okunduğu cami- mescidlerde kitap en büyük tehlike olarak addedilir. Arapça Kur’an dışında hiçbir kitaba yer verilmemeye çalışılır.

VAN 9.09.2013 11:42:49 0
Din
Tarih: 01.01.0001 00:00
Türkiye’de tarihsel tecrübe ile devralınan ve devam ettirilen kurumların başında Diyanet İşleri Başkanlığı gelir. Önem ve konumu çoğu zaman eğitim ve askeri kurumların önünde gelmektedir. Halkın temel algı ve anlayışı olan inanç alanını etkileyen- belirleyen bir kurum olarak her dönemde hayati bir yere sahiptir.  Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde Osmanlı’daki karşılığı ile Şeriye ve Evkaf Vekaletinin yerine kurulmuştur. Osmanlı’daki devletin dini akım, anlayış ve kişileri kontrol etmek için kurduğu bu yapı Şeyhülislam’ın Padişahın arzu ve istekleri, devletin çıkarları doğrultusunda hareket etmeyi ana işlev olarak yerine getirmiştir.

 

     Diyanet’in en birincil belirleyici alanı mescidler, camiler ve kurslar üzerinde olmaktadır. Halkın topladığı- bağışladığı paralarla inşa edilen camiler, Diyanet’e teslim edilir. Bu noktadan itibaren camiler artık halkın değildir. Diyanet buraya imam atamasında bulunur. En ücra köy veya kenar mahalleye kadar yayılan mescid- camiler tek merkezden kontrol altına alınır. Cami ve mescidin kullanım şekli ve usulü dini hizmetleri karşılamak olarak belirlenirken, aslında dini talep ve beklentileri sınırlayan, deforme eden, saptıran bir anlayış üzerinden gitmektedir. Sadece vakit, bayram, Cuma ve cenaze namazları kılınan, yaz ve kışın Kur’an öğretimi yapılabilen yerler olur artık. Mahallenin, şehrin kalbinde başka bir sosyal, kültürel ve siyasal yere sahip olamaz.

     

     Devletin resmi ideolojisini tehdit edecek hiçbir unsurun bulunamayacağı bir yer olmalı anlayışı ile imamlar camide bekçi bırakılırlar. Orada oturulamaz, sohbet edilemez, buluşulamaz, paylaşılamaz, dertleşilemez, ilim- hikmet aktarımı olamaz. Orada fikir beyan etmek, dini nasihat görevi yapmak, ilmi bir sohbette bulunmak yasaktır. Bunlar en temel yasaklardandır ve cami imamı bunların gerçekleşmemesi için her türlü tedbiri almak için oradadır. Halkın yaptığı mekânlar halka kapatılır. Halkın başka bir talebinin olmaması ve karşılanmaması için her türlü tedbir alınmıştır. Tarihi camiler zaten artık ibadet- yaşam mekânı olmaktan çıkmış, birer müze camii olarak donuk, yalnız ve cemaatsiz kalmışlardır. Diğer camiler ise zaten giderek emeklilerin günlük uğrak mekânı olmaktan öteye gidemez. Kadınlar, çocuklar, gençler ve diğer yaş ve çalışan kesim için camiler en fazla cenaze, teravih ve Cuma namazı vesilesiyle uğranılacak mekânlardır artık.

     

     Şehirlerde yapılan camilerin çoğunluğu giderek AVM- Camilere dönüşmektedir. Külliye adı altında aslında kira gelirlerini artırmak için her adımı markalara, esnafa tahsis edilmiş mekânlar olmaya başlamışlardır. Çok övünülen ecdat edebiyatından bu mekân izdüşümler bulunmaz. Sosyal hayatın en temel gereksinimlerinin karşılanacağı yerler değil, sosyal hayata yabancılaştırmak için her türlü çaba ve entrikanın oynandığı mekânlar olmuşlardır.

     

     Her gün Kur’an- ı Kerim kitabının bir kısmının okunduğu cami- mescidlerde kitap en büyük tehlike olarak addedilir. Arapça Kur’an dışında hiçbir kitaba yer verilmemeye çalışılır. İslam dini ve düşüncesinin, farklı yaş gruplarına dönük kitaplarına yer verilmez. Diğer yayınevlerininki tehlike diyelim Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınlarını bulamazsınız. Camide namaz ve Kur’an okuma dışında bir faaliyetin olmasında korku duyulur. Kitabı merkez alan ama kitaba bu denli korku ve endişe ile bakan kurumlar az bulunur. İnsanların olabilecek bilinç hallerinden korkulur.

     

     Halkın öz be öz mülkü olan mekânlar sadece namaz vakitlerinde faaliyette bulunan resmi bürokratik mekânlardır. İmamlar bu camilerin çalışanı olarak namaz vakitlerinde açar, ardından kapatır. Yatsı namazından öğle namazına kadar camiler genel anlamda kapalı durumdadır. Halkın güya yağma- hırsızlık ve yanlış kullanımının önüne geçilmektedir. Allah’ın mescidlerinin kapıları kilitli bir halde bekletilmektedir. Allah’ın ayetlerinde ısrarla yardım edilmesi gerektiğini belirttiği; yolcu, hasta yakını, evsiz, yoksulların barınabileceği tehlikesine karşılık camiler kapalı halde bekletilir.

     

     Diyanet’in yönettiği Kur’an kursları ve kendine bağlı iç eğitim merkezleri bulunmaktadır. Kur’an okuma ve din eğitiminin verildiği Kur’an kursları özellikle çocuklara yönelik boyutunda giderek etkisi azalmaktadır. Bu kursların verildiği yaz döneminde dini eğitimi de içeren farklı sosyal etkinliklerle zenginleştirilmiş kurslar karşısında gitgide zayıf kalmaktadır. Gençler, çalışan erkekler ve kadınlara yönelik olarak ne cami ne de kurs olarak hiçbir bağ kurulamamaktadır. Yıl içerisinde ağırlıklı olarak ev kadınlarına yönelik Kurslar tercih edilmektedir.

     

     Diyanet’in hizmet içi eğitim merkezleri de önemli bir yere sahiptir. Ancak çokça övülen bu merkezlerde eğitim gören hangi kademeden olursa olsun görevliler dini sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel başta olmak üzere her boyutuyla kuşatan bir anlayış üzerinde hareket etmemektedirler. Fıkhi ve düşünsel yorum genişliği ve derinliği kazandırılmaktan kaçınılır. Siyasal yönetim tarafından tehdit kabul edilebilecek yoruma ise hiç yer verilmez. Bu anlamda âlim kimliği deforme edilerek bürokratik bir kimlikle dönüşüm gerçekleştirilmektedir.

     

     Diyanet’in yönlendirdiği en temel alanlardan diğeri imamlar- vaizler- vaizeler ve Kur’an Kursları hocalarıdır. Sayısı yüzbinleri bulan bu insan kadrosu aracılığıyla dini hizmetleri yerine getirmek hedefinde olduğu belirtilir. Değişik zamanlarda farklı eğitim mekânlarında eğitim görmüş insanlar kadroya alınır. Devlet memuru olarak, devletin çizdiği anlayış ve çizgi üzerinde görev alanı belirtilir. Memur olana dek farklı anlayış ve hedeflere sahip olunabilir ama memur olumsuzluğu andan itibaren bu birikim ve tecrübenin önemi yoktur. İlk aşamada personelin devletin dininin çizdiği anlayışa muhalif- farklı bir yaklaşım ve pratiklerinin düzeltilmesi hedeflenir. Bu noktada cemaat ve müftülük arasında sıkı bir işbirliği vardır. Küçük bir fıkhi yorum farklılığı dahi kabul edilemez. Bu farklılık tehlike- tehdit kabul edilir ve atılmak başta olmak üzere gereken yapılır. Diyanet personeli maruz kaldığı baskı kadar hiçbir personel muameleye maruz kalamaz. Diyanetin bol yasaklı kitap listesi, âlim- düşünürler, anlayışlar listesi vardır. Personelinin bu sapık anlayışlara sahip olmasını engellemek için her türlü tedbir alınır. Farklı bir ses- yorum çıktığında anında- en sert şekilde bastırılır. Mevcut basit işlevler bile sınırları her türlü katı tedbir ve kontrollerle belirlenmiştir. Onu bir milim bile kımıldatamazsınız.

     

     Her türlü kontrol mekanizması ile yönetilen Diyanet’te ilke ve idealleri olan personel belli bir süre sonra kendisine ve dine karşı kurulmuş bu kumpas karşısında teslim olur. Yeni bir şey söylemenin ve yapmanın tehlikeli olduğu ona öğretilmiştir. Artık o ya bu sisteme uyacak ya da ayrılacaktır. İmamlar- hocalar- vaizler ne söylersem aleyhimde delil olmaz anlayışıyla her türlü dinamikten yoksun bir halde bırakılırlar. Ayrılmazsa sürgünler- baskılar kendisini beklemektedir.

     

     Diyanet personeli kadar psikolojik baskı altında başka personel yoktur. Müftüler üslup ve tarz olarak en hegamonik- baskıcı tarz ve üslupta personeline yaklaşır. Aşağılamaların her türlü çeşidine rastlanır. Kurum içi her türlü torpil başta olmak üzere hatır ilişkileri ön plandadır. Diyanet personel dinamiği milliyetçi kesimden gelmektedir. İslamcı- dindarların son döneme kadar en az etkili kurumlardan biridir.

     

     Diyanet personeli olan imamlar- vaizler- vaizeler ve Kur’an Kursları hocaları; okuduklarını- bildiklerini göreve başladığı anda hepsini geride bırakır. Dini algı, yorum ve pratik üzerine bildiklerini unutur ve unutturulur. Onbinlerce personel kurgulanmış saat gibi aynı söz, terennüm, klişe sözler, dualar, tertipler için hareket eder. Söylem ve hareketleri donuktur, ruhsuzdur, göstermeliktir. Diyanet personelinin hangi kademesi olursa olsun görevliler halka açık diğer yollarda halk ile buluşamazlar. En basit ramazan televizyon programlarında bile göremezsiniz. Çünkü dini dili kuru ve banaldır. En fazla sünnetlerde, mevlidlerde ve dükkân açılışlarında görebilirsiniz. Onlarda da kimsenin ne dediklerine çok değer verdiği söylenemez. Görev icabı oradadır ve biraz sonra yoktur. Vaazlar- hutbeler başta olmak üzere her türlü bilgi kaynağı tek elden yürütüldüğü için personelin hazırlamak ve zenginleştirmek suretiyle katkı yaptığı metinler okumak ve paylaşmak yasaktır. Kelimelere ve düşüncelere bu denli yasağın olduğu bir kurumda dini teori ve pratiğin yansıması beklenemez. Halkla birincil ilişkiye sahip olan diyanet personeli halka en yabancı ve etkisiz personelidir aynı zamanda. Memur- mesai anlayışına sığdırılan hayatlar için halkla temas en aza indirilir. Bazen de halk kendi hoşuna gitmeyen ama dinde yeri- değeri- kaidesi olan şeylerden bahsedilmesinden rahatsız olur ve hoca- imamı hemen şikâyet ederler.

     

     Diyanet’in diğer etkinlik alanı yayımlarıdır. Dergi, kitap ve televizyon olarak büyük bir yayım ve dağıtım ağına sahiptir. Yalnız bu yayınların en büyük muhatabı yine kendi personelidir. Yayımlanan dergi ve çoğu kitapların personel tarafından alınması zorunludur. Derginin ücreti direkt olarak personelden kesilir. Personelin %100’ü dergiye abonedir ama %99’u derginin kapağını dahi açmazlar. Bir makalesini baştan sona okumazlar. Bu personelin suçu değildir. Her türlü gönüllülükten arındırılmış ve askeri tarzı aşan teklif anlayışıyla bu sonuç ortaya çıkar. Dergiye sadece personel değil halkın itibarıda yoktur. Belki de Türkiye’nin resmi anlamda en büyük tirajına sahip dergisi en az okunma derecesine de sahiptir. Yayınların yüz akı İslam Ansiklopedisi’dir. Yalnız o da ansiklopedi kültürü içinde rafları süsleyen bir yayın olmanın ötesine gidememektedir. Kitapların baskı ve cilt kalitesi artmakla birlikte dilindeki devlet- bürokrasi üslubu tüm okunurluğu yok etmektedir. İslam düşünce klasiklerinden yeni basımlarda her türlü özen gösterilmekle birlikte farklı alan ve anlayışlara kapalı haldedir.

     

     Diyanet’in en büyük handikapı ve saptırması din adına, din için yapılan her türlü hizmeti ücretlendirmesidir. Namaz kıldırmaktan Kur’an okumaya, Kur’an öğretmekten vaaz- nasihat etmeye kadar her türlü çaba ücretlendirilmektedir. Para- ücret karşılığı verilen bu hizmetler belli bir süre sonra bunu gerçekleştiren personelin ruhunu zehirlemektedir. Hassasiyetler ve fedakârlıklar yerine ücret ölçeği dinin ruhunu ve söylemini öldürmektedir. Bu hal öyle bir duruma gelir ki içinde gönüllülük adına her türlü çabayı da bu defa mahkûm etmektedir. Hatta yadırgamakta ve mahkûm etmektedir. Allah’ın dini ücret tarifelerine göre tanımlanmakta ve verilmeye başlanmış olmaktadır. Diyanet personelinin toplum nezdinde değerini ve etkisini düşürmektedir. Bugünlerde Alevi dedelerine maaş bağlanmasını talep eden Aleviler –bazıları red etse de- kendilerini nasıl bir tehlike beklediğinin farkında değiller.

     

     Hayat kadar geniş din alanı karşısında Diyanet zindan hücrelerine dönüştürdüğü din alanı cevap verir. Güya bu insan kadrosu ile sapkın- saptırıcı din anlayışına karşı halkı korumak görevinde olduğunu belirtir. Türkiye’de bugün dini algı- anlayış ve yaşamın nüveleri varsa bu Diyanet’e rağmen gerçekleşmiştir. Sivil İslam’ın cemaat- tarikat- tekke- sivil toplum kuruluşları bağlamında verdiği mücadele ile bugünkü var olabilen dindarlık şekil almıştır. Bunların hepsine karşı devleti korumayı varlık sebebi sayan Diyanet’in Devlet İslam’ına karşın Sivil İslam’ın baskı, tehdit, cezalandırmalara rağmen gönüllülük temelinde verdiği mücadele Diyanet’e rağmen var olmuştur. Sivil İslam’ın her türlü varlığını tehdit ve korku malzemesi yapan Diyanet kendi varlık alanını bunlara devredememektedir. Bunun sebebi olarakta Sivil İslam’ın halkı kargaşa ve kaosa götüreceği yalanıdır. Sünni- Hanefi- Devletçi İslam anlayışının behemahal yaşaması için yaşaması mücadele verdiği için yerel ve evrensel vicdanın beklentilerini karşılayamamaktadır.   

09-09-2013 06:09