Demirtaş ve körleşme

ÖZLEM ALBAYRAK

VAN 7.03.2015 09:52:29 0
  Demirtaş ve körleşme
Tarih: 01.01.0001 00:00

Önce, PKK’nın silah bırakmayacağını söyledi; sonra İmralı’dan silah bırakma çağrısı geldi, ardından “silahsızlanma, ateşkes gibi durumlar gerçekleşiyorsa bu AKP’nin lütfu değildir” dedi. Aynı gün, “biz bu hükümetin barış getirmesine inanmıyoruz” diye konuştu. Daha sonra bu tuhaf lafları, başka bir tuhaf bakış açısından doğan “Bu açıklama 7 ay önce yapılabilirdi. Seçime yakın bir zamana denk getirilmesi istendi. Onlar barışı satmak istiyorlar, biz barışı halkımıza armağan etmek istiyoruz” cümleleriyle tevil etti.

Hepsinden önce de, hem DAİŞ’in Kobani saldırısı sonrası Kürtleri sokağa çağırmış, hem de sokak olaylarında hayatını kaybeden, hemen hepsi Kürt 51 kişinin sorumluluğunun hükümette olduğunu söylemişti. Ardından iç güvenlik paketi tartışmaları geldi; bu paketin barışı sağlamaya hiç de yardımcı olmayacağı mealine gelen açıklamalar yaptı. Oysa o paketin bir nedeni de, O’nun sokağa çağırdığı insanlardan bazılarının 51 kişiyi öldürdüğü Kobani olaylarıydı.

HDP lideri Selahattin Demirtaş, barışla ilgili atılan her adım sonrası, “bizim AKP’yle bir anlaşmamız yok” cümlesini kurmayı görev addediyor, ille de AK Parti hükümetine vurmadan geçemiyor; bu ülkede artık insanların birbirine silah sıkarak ölmeyeceğine dair umut verici her gelişmeyi mutlaka dramatik bir çerçeve içine alıyor, ille de bir umutsuzluk şerhi düşüyor, her durumda “durun bakalım o kadar da kolay değil” mesajı veriyor.  Oysa, barış sürecinin gelişimiyle ilgili eleştiriler yapmakta, Türkiye’nin demokrasini beğenmemekte çok ileri giderken; az da olsa dönüp geçmişe, geçmişin hala tepemizde dolaşmaya çalışan hayaletine bakmakta fayda var.

Körleşmemek için, kamaşma olmasın diye...

Zira, çok değil bundan 15-20 yıl önce annelerin hapishanelerdeki oğullarıyla -Kürtçe konuşmak yasak olduğu için- gözleriyle iletişim kurabildiği bir yerdi bu ülke. İnsanların asit kuyularına atıldığı, beyaz Renaultlarla bir daha geri dönemeyecekleri yollara götürüldüğü; köylerin boşaltıldığı, cezaevlerinde insanların çeşitli işkencelere maruz kaldığı, çırılçıplak kanalizasyonlarda süründürüldüğü bir memleketti. Ne Kürdoloji Enstitüsü açmaktan sözedebilirdiniz, ne de Kürtçe’nin seçmeli ders olmasından...

Böylesi bir süreç için çok kısa sayılabilecek bir zaman diliminde, kimlik taleplerinin büyük oranda karşılandığı, askeri ve sivil vesayetin görece geriletildiği, parti kapatmaların sonlandırıldığı bir süreç yaşadık hep birlikte. Bugün Demirtaş’ın kurduğu her bir cümle için partisinin kapatılacağı ve her bir üyesinin tutuklanacağı dönemlerden geçti bu ülke...

Elbette, bunlar Kürt toplumuna bahşedilmiş birer lütuf değildi ve tabii ki onların istediği sadece yıllar yılı ellerinden gaspedilerek alınmış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin borç hanesinde yazılı olanlardı. Ancak gaspedilmiş olanı iadeye kalkışmak bile büyük cesaret isterdi. İçeride, eski devletin ideolojik aygıtlarıyla belirlenmiş milliyetçi-dindar seçmene, dışarıda ise, çıkarları gereği Türkiye’de terörün devamı için çalışmalar içine giren güçlere rağmen bunu AK Parti neredeyse ilmek ilmek örerek başardı...

Selahattin Demirtaş’ı belirleyen ya da sınırlayan başka faktörlerin olabileceği elbette sır değil, hatta AK Parti’nin karşısında konumlanmış bütün aktörlerin umudunun barış sürecinin bitmesi olduğu, silahlara veda çağrısından sonra ortaya çıkan hoşnutsuz ifadelerle apaçık ortada.

Yine de O’nun rolü, süreçte alınan mesafe hiç katedilmemiş gibi yapmak, barış yolunda atılan her adımı paketlenmiş bir duygular gösterimiyle karşılayarak değersizleştirmek olmamalıydı. Eski Türkiye’den kimseye bir hayır sadır olmamıştır çünkü, O’na da olmayacak. Gönüllüce körleşmese, körleştirmeye çalışmasaydı, görecekti.