DEĞİŞİM ALGISININ DEĞİŞİMİ

MUSTAFA BOZACI

VAN 1.10.2014 11:02:23 0
DEĞİŞİM ALGISININ DEĞİŞİMİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Allah’ın sünnetullah ve adetullahının durduk yere, hak ediş olmadan, kaşımıza gözümüze, ‘Müslümanım sözümüze’ bakılarak, torpille, sırf lehimize tecelli etmesi bekleniyor. Bizim için bir kerelik (aslında her zaman) görmezden gelinmesi, bozulabilmesi, değişerek, bizi metazori değiştirmesi, ötekileri/ötekileşenleri bertaraf etmesi istenmektedir! Allah eğer dilerse elbette hak edeni, zalimi, kâfiri toptan helak edebilir ve dilerse herkese tümden hidayet edebilir. Ancak bu, Kendi bildirdiği üzre âdeti ve sünneti değildir. Kul niçin yaratılmıştır o zaman ve imtihan niçin vardır? Dahası cennet ve cehennem neyin karşılığıdır? Bu ne zuldür; ne gaflettir; ne aymazlıktır; hatta ve hıyanettir! Allah’ın adaletinin anlaşılamadığı ne adaletsizliktir!
 
Genel olarak farkında olunduğu zannedilen ve fakat sürece, gelişmelere bakıldığında büyük, hem de pek büyük bir yanılsamanın görüleceği bir husustur, ‘değişim olgusu’! İşler hesap edildiği gibi gitmiyor! Gitmeyecek! Zira ya hesap yanlış ya da daha doğrusu hesap kitap yok! Zira algı var, zan var. Anlatılmak istenene, murada rağmen ‘anlaşılan’, ‘anlaşılmak istenen’, ‘kişiye/meşrebe özel anlaşılması dikte edilenler var. Ama neticede değişmeyen tek şey ‘değişimin kendisi’!
Değişim var ama tersine! Değişim de değil; başkalaşım! Ahiret odaklı olmak yerine dünyevileşmek… Bizdeki yanlışların Kur’anî doğrularla değiştirilmesi yerine, nefsî, grup/meşrep algılarının yerleştirilmesi… Değişim olgusunun toplumsal boyutunun ötelenerek şahsileştirilmesi… Bizden istenilenlerin yerine kendi istediklerimizin öncelenmesi… Sadra şifa olmayan, oyalanma kabilinden, değişimin ana konulara temas edinilmeden, konfordan ve edinimlerden fedakârlığı göze almadan, özde değil sözde, ayrıntılarla meşgul olarak, göstermelik olarak… Süreçteki sorumluluklarımız yüklenilerek değil, bunlardan yüksünerek ve türedi, aykırı yollara tevessül ederek…
Mesele ilkin Rad 11. ayete dayandırılmakta ve oradan referans alınmaktadır. Ama meselenin can alıcı ve paradoks noktası da burasıdır ki tüm tezler kendini buraya refere etmektedirler! Herkes, her kesim görüşünü bu ayete dayandırmaktadır! Konunun diğer irtibat noktası Enfal 53. ayettir. Ayrıca Enfal 65-66. ayetler de konuya ışık tutmaktadır. Gerçi atomize/parçacı yaklaşımdan uzak bir şekilde meseleye Kur’an bütünlüğünde bakıldığında, kıssalar, adetullah/sünnetullah terkipleri doğru okunup anlaşıldığında görülecektir ki birçok ayet paralel olarak konuya işaret etmektedir. Konu temel ve aslî bir meseledir. Ana temadır! ‘Değişim olgusu’ merkezi konudur. Tartışma bunun nasıllığı, yol yöntemi ile alakalı sürmektedir.
Tüm peygamberler tarihi, vahyin gönderiliş sebebi raydan çıkan, istikametini yitiren, yaratılış gayesini unutan, fıtratını tersine başkalaşım üzere yönlendiren insanlığın yeniden ve tekraren sıratı müstakime yönlendirilmesi, hedefinin ve amacının hatırlatılması, ahiret bilincinin yenilenmesi, nefsinin arındırılıp hevadan uzaklaştırılarak Rabbin makamından ittika ile Kur’ani bir kimlik ve kişilik inşasıdır.
Burada zor, zorlama ve zorbalık yoktur. Gönüllülük esastır. İrade ve akıl ile bir tercih söz konusudur. Hak ile batılın, doğru ile yanlışın, helal ile haramın, dünyevi olanla uhrevi olanın belirlenmesidir mesele. Gerisi kulun özgür/cüz’i iradesi ile iki yoldan birini tercih etmesi ve o sürece girmesi meselesidir. Tabii ki netice de bu tercihin belirtilen sonuçlarına göre olacaktır! Zira bir eksik bırakılmamıştır, bir belirsizlik yoktur. Sadece insanın beşer derekesini esas alıp, hakikatin üstünü örtmesi, eklemesi, eksiltmesi vardır. Mazeretleri,  meşguliyet ve mensubiyetleri söz konusudur. Bunlar da hakikat yanında bir şey ifade etmemektedir. Neticede kişiseldir, özneldir.
Malum iki tez var değişim algısında; aşağıdan yukarı, tedrici ve yukarıdan aşağıya, acilci… Lakin iki tezin ve bu tezlere bez/bel bağlayanların kesişim noktası kadercilik ve kişi odaklılıktır. İşin Allah’a havale edilmesi gibi bir yolsuzluk/kolaycılık vardır işin içinde! Sonuç odaklılık… Tutarsızlık, umarsızlık… ‘Bence böyle ve bu kadar’, ‘ben değiştim oldu’, ‘herkes kendinden sorumlu’, ‘Allah nasip ederse, dilerse her şey olur!’, ‘Allahın bir bildiği vardır’, ‘sistem değişsin, beni o zaman görün’ şeklindeki mazeret yığınları, yığınları kanaralaştırmıştır.

Acilci olsun, evrimci/tedricçi olsun mesele, plan programa ve kadroya dayanmaktadır. Öyle rastgele, saldım çayıra.. tarzında olmaz, olamaz! Yine ‘Allahın gücü ve kudreti’ni, kendi gücünün ve değerlerinin farkında(sız)lığı, güç vehmettiklerinin farkı ve gerçek edi(ni)mleri algı yanılsamalarına yol açmakta; yerine göre atalet, yenilmişlik, çaresizlik duyguları oluşturmaktadır. Ya kıyamet/son saat alametleri sayılarak istatistik tutulmakta ya da ‘mehdi’ beklentisi ile görev/yükümlülük/mükellefiyet savsaklanmaktadır. Nitelik ile nicelik arasındaki (Enfal 65-66) ters orantı hiç hesap edilmemektedir. Sebep sonuç ilişkileri kale alınmamaktadır.

Tarih doğru okunmamakta; benzer hatalar tekrarlanarak farklı sonuçlar beklenmektedir. Süreç hesaba katılmadan, elden gelenler işe koşulmadan, hazır, paket sonuçlar devşirilmek istenmektedir. Allah’ın sünnetullah ve adetullahının durduk yere, hak ediş olmadan, kaşımıza gözümüze, ‘Müslümanım sözümüze’ bakılarak, torpille, sırf lehimize tecelli etmesi bekleniyor. Bizim için bir kerelik (aslında her zaman) görmezden gelinmesi, bozulabilmesi, değişerek, bizi metazori değiştirmesi, ötekileri/ötekileşenleri bertaraf etmesi istenmektedir! Allah eğer dilerse elbette hak edeni, zalimi, kâfiri toptan helak edebilir ve dilerse herkese tümden hidayet edebilir. Ancak bu, Kendi bildirdiği üzre âdeti ve sünneti değildir.

Kul niçin yaratılmıştır o zaman ve imtihan niçin vardır? Dahası cennet ve cehennem neyin karşılığıdır? Bu ne zuldür; ne gaflettir; ne aymazlıktır; hatta ve hıyanettir! Allah’ın adaletinin anlaşılamadığı ne adaletsizliktir! Merhameti affedici olması yetmezmiş gibi, mühlet vermesi de hayra yorulmayarak, yorulmadan çözüm beklenmektedir. Cürmüne, çapına bakmadan herkes kendini ‘sahabe gibi olgunlaşmış’ kabul etmektedir! Allah’ın kullarının sa’yinin karşılığını verdiği, kulun isteklerine istedikleri şekliyle icabet ettiği, sonuçlarını halkettiği, bu konuda ayırım yapmadığı Kitab’a bakılmadığı için bilinmemektedir. Kitabî ayetler okunmadığı, anlaşılmak için çaba gösterilmediği gibi, Kitabımızın emri gereği bakmak zorunda olduğumuz afakî ve enfüsi ayetler/işaretler de okunmamaktadır. Vesile ve şefaat algıları, zihinleri ve davranışları dumura uğratmakta, algıyı oluşturanlar da pirim verenler de yan gelip yatmaktadırlar. Kavramlarımızı tashih ederek, sair kavimlere indiğini, bizi bağlamadığını düşündüğümüz ayetlere, uyarılara kulak verip ‘biz’ diliyle okuyarak işe başlayabiliriz.
Akıl işletilmemekte, düşünce/düşünme kerih görülmekte, ictihad kapısı kapalı bulunmakta, bilim/ilm ve bilgi dünyevi ve dini diye ayrılmakta, sanki dini olanın hakkı verilebilmiş gibi sair olan bilim konuları terk edilmekte, olayların ve olguların dayandıkları sebep sonuç ilişkileri gözetilmemekte; dahası bu konularda, değişime dair, etrafta, çevremizde herhangi bir arayış bulunmamakta ve endişe dahi duyulmamaktadır. Değişimin evvel emirde, zihinlerde, psikolojik yapımızda gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bu yılgınlık, yenilmişlik, sindirilmişlik, çözümsüzlük, çaresizlik sendromları, psikolojik yıkımlar derhal ve öncelikle terk edilmelidir. Değişim zihinlerde başlamalıdır. İsrailoğulları da köleydi, değişime bir türlü adapte olamadılar ve gözleri hep arkadaydı! Bilal-i Habeşi de; ama o asla arkasına dönüp bakmadı, inandı, güvendi, güven verdi!
Allah çalışana, hak edene veriyor! Afakî ve enfüsi ayetler de üstüne üstüne gidene kendini açıp teslim ediyor, teşvik ve motive ediyor, kışkırtıyor! Toplumun da bir bünyesi, fiziki yapısı/organizması vardır, kişinin bünyesi, fiziki yapısı gibi! Yine her toplumun bir eceli vardır. Kişinin aymazlığı, aptallığı gibi toplumsal aymazlıktan, aptallıktan da bahsedilebilir (C. Said, Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları)! Seyyid Kutub’un dediği gibi; cahiliyyeden ayrışıp iki kişi oldukta zaten toplumsallaşma süreci başlamış demektir. ‘Ne yapmalı’ sorusu o andan itibaren anlamsız kalmaktadır. Zira zihnen, aklen bir karar verip vermeme durumu söz konusudur. Kararını veren için gereğini yapmak kalıyor doğal olarak; sonuç Allah’ın takdiri, süreç bizim sorumluluğumuz!
Hatırlayınız cumhuriyete geçiş dönemini; kılık kıyafetten alfabeye, şekilden içeriğe, referans noktalarından yeni tayin edilen istikamete, yeme içmeye, yaşam tarzına kadar çok boyutlu, sert veya yumuşak her türlü tedbiri içeren, bir plan dâhilinde bir dizi müdahale gerçekleştirilmişti. Kişisel tercihlere bırakılmayan, örneklikleri ve takibatı yapılan, müeyyideleri, dayatmaları olan bir süreç… Hem de en ağırından… Baloları, tiyatroları, özel kıyafet sergileri, hikaye ve romanları, filmleri, güzellik yarışmaları ile…
Düştüğümüz yerden kalkabiliriz. ‘Düşünceyi’ yeniden baş tacı etmeliyiz. Cehdi kuşanmalı, taklitten kurtulmalıyız. Kadercilikten ve yanlış tevekkül anlayışından uzaklaşmalıyız. Yılgınlık, yenilmişlik psikozundan derhal sıyrılmalıyız. Aklımızı başımıza almalıyız. Kur’ana dönmeli, onun emri gereği afakî ve enfüsi ayetlerin peşine düşmeli, okuma gayretinde olmalıyız. İlim/bilim ve dini dünyevi/pozitif diye ayırmadan bilginin talibi/talebesi olmalıyız. İrademizi kullanarak, kulluğun bilincinde olmalıyız. Toplumun da bir bünyesinin olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Toplumsal meselelerin dayandığı ilkeleri, sebep sonuç ilişkilerini gözetmemiz gerekiyor. Meseleyi bireysel plandan çıkarıp; ümmet odaklı/toplum merkezli, her ne kadar bireysel değişimle başlasa da bunun son değil, başlangıç olduğu şuuruyla, çok yönlü ve çok boyutlu bileşenleri hesaba katılarak süreç doğru işletilmelidir. ‘Ben’le başlayıp ‘Biz’le süren bir süreç… Çalışanın, hak edenin eşyaya, olaylara, olgulara -kendinden başlayarak- çeki düzen verdiği bir süreç…
.iktibasdergisi