Çürüme

Akif Emre

VAN 24.01.2017 11:18:33 0
Çürüme
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Çürüme

Toplumların yabancı kültürlere özenmesi, hatta benimsemesi durumu hiç de ender rastlanan bir olay değildir. İnsanlığın doğası gereği farklı olana ilgi duyar, benimser, reddeder ya da uzak durur..

Farklı kültür, adet ve davranışları benimseme hali tarihsel olarak farklı düzeyde tekrarlanan dramatik hatta komikleşen sahnelerin söz konusu olduğu her halükarda derin etkileri olabilen ibretlik olaylardır.

Yabancı kültürlerin benimsenmesi gerçeği, özenilen toplumsal davranışların özellikleri kadar özenen toplumun yapısal dokusuyla da alakalı.

Genelde güçlü toplumlar kendi değerlerini, kültürlerini, davranış kodlarını görece güçsüz toplumlara empoze eder, benimsetir. Modern Batı kültürünün, özelde Amerikan hayat tarzının yaygınlaşmasını ekonomik ve askeri gücün etksinden ve de sömürgecilik deneyimlerinden bağımsız düşünemeyiz. Maddi uygarlığın ekonomik sömürüsüne paralel olarak kültür emperyalizmi kavramını kazandırmış olmasını da bu tür ilişki biçimine borçluyuz!

Hegemonik kültür etkisi olarak yeryüzünün otantik kültürlerini yavaş yavaş ortadan kalkması, medeniyet birikimi olan toplumların bile tek kültürlülüğe indirgenmesi /empoze edilmesi olgusu çokça yazılıp çizildi. Batı kültürü sadece maddi gücü ile yaygınlaşmıyor elbette, ancak kültürel verimlerini de biricikleştirerek farklı olanı imha edercesine yaygınlaştırabiliyor. Sonuçta popüler kültür endüstrisi metropollerden evinde akarsuyu bile olmayan kırsaldaki insanın davranış biçimlerini, hayat tarzını, hayallerini belirler hale geldi.

Bizde ve de İslam toplumlarında bu durum daha travmatiktir. Kuşatıcı bir medeniyetin mirasçıları olarak farklı, antitezi olan bir uygarlığın değerlerini benimsemek, etkisi altına girmek durumunu tecrübe ettik, ediyoruz. Sadece siyasi, askeri ve ekonomik anlamda Batı etkisi altına girmekle sınırlı kalınmadı, Türkiye özelinde, medeniyet değişimine varan sarsıntı yaşandı. Sezai KarakoçMasal şiirinde doğulu (Müslüman) bir babanın batıya giden yedi oğlunun kaderini anlatır. Aslında medeniyetimizin yüzyıllık belki de iki yüzyıllık alınyazısının şiiridir bu.

Toynbee toplumları farklı medeniyet ve kültürlerle etkileşim biçimine göre 'zeaolot' ve 'herodian' olarak tasnif eder. Batı medeniyeti merkezli ve üstünlüğünü esas alan bu çözümlemede İslam toplumlarının Batı kültür emperyalizmine, uygarlığına karşı geliştirdiği tavırları irdeler. Zeaolotçu tavır daha çok direnen, karşı çıkan, tepkisel içe dönük toplumlardır. Herodian tavır ise, düşmanını üstünlüklerini kavrayıp/kabul edip ona göre tavır geliştiren topluluklar için kullanır. Mesela Türkiye'deki Batılılaşma buna örnektir.

Tabii, Toynbee iki konuda yanılıyordu. Batı uygarlığını yer yer eleştirmekle beraber onun üstünlüğünü esas alması, toplumları da buna göre değerlendirmesi. Ki bu anlamda özellikle Müslüman toplumlar söz konusu olduğunda klasik oryantalist kibir kendini gösterir.

Diğeri ise Türkiye özelinde hiç bir sömürge deneyimi yaşamamasına rağmen kültürel anlamda kendi kendini sömürgeleştirmiş olmasını görmezden gelmesidir.

Farklı kültür ve medeniyetlerin birbiri ile etkileşim biçimleri tarihsel bir süreçte ve sosyolojinin, antropolojinin imkanlarıyla çözümlemeye çalışan, sınırlayan entelijansiyanın kaçırdığı başka olgu var. Kendisine yabancı uygarlıkları taklit eden, kültürel kodları benimseyen toplumlara, fertlere çokça rastlanır. Bahse mevzu olan genelde unutulan başka bir etkileşim söz konusudur. O da, aynı değerler sistemi içinde olmasına rağmen mahkum ettiği, dışladığı bir davranış biçimini kendisinin benimsemesi. Medeniyet içi bir ahlak problemi olarak ortaya çıkan bu durumun sosyolojinin imkanlarıyla açıklanması zor.

Ahlak normları her kültürde farklılık gösterse de insanlığın birleştiği değerler de vardır. Bu anlamda ahlak temelli bir değer hükmü vermek medeniyet içi bir mesele olduğu kadar evrensel boyutlara da taşınabilir.

Aynı kültür değerlerine sahip toplumlarda ahlaki olanla ahlaki olmayanı ayırt etmek çok daha kolay. Toplumun değer yargıları, vicdanı bu konuda ortak bir yerde buluşabilir. Kültürel değişimde olduğu gibi kültürel kodları bakımından negatif tavırla mücadele edenin negatifleşmesi olgusu genelde bir sorun olarak görmezden gelinir.

Ahlaksızı ayıplayan, dışlayan toplumsal tepkinin yanı sıra bununla mücadele eden toplumsal kesimler, bireyler ve siyasal erkin ayıplanana benzeşimi sorunundan bahsediyoruz.

Ahlaki bakımdan mahkum edilenin temsil ettiği davranış modelinin ahlak haline gelmesi durumu. Bugün Türkiye'de yaşanan kimi durumların izahı ancak bu şekilde açıklanabilir. Amme vicdanının mahkum ettiği, otoritenin tek tek peşine düştüğü ahlak sorunu sari biçimde bizzat bununla mücadele eden/etmesi gerekenlere bulaşması hali yaşanıyor. Her anlamda ahlaksızı mahkum ederken ahlaksızlığın itibar görmeye başlaması hali... Bu durum sadece genel ahlak kriterleri bağlamında değil, hukuki ve toplumsal anlamda mahkum edilen davranışların bizaat mahkum eden toplum, kurumlarca temsil edilmeye başlaması durumu.

Farklı kültürlere karşı ait olduğu değerleri savunurken kendi değer sistemi içinde yaşanan yozlaşmanın cazibe merkezi haline gelmesi toplumsal çözülmeye, bireysel anlamda manevi çürümeye işarettir. Her şeyi konuşurken asıl manen toplumu çökerten hastalığı görmezden gelmeyelim.

 

YENİ ŞAFAK