Çözüm Süreci: Ne yapmalı?

Cafer Solgun

VAN 23.10.2013 12:01:44 0
Çözüm Süreci: Ne yapmalı?
Tarih: 01.01.0001 00:00
Çözüm Süreci”, Türkiye’nin en önemli demokratikleşme, barış ve yeniden yapılanma projesidir. Bu anlam ve önemine uygun bir sorumluluk içinde yaklaşmak gerek…

Zaman zaman başka konu başlıkları öne çıksa da, “kalıcı bir çözüm” mümkün hale gelene değin ülkemizin en önemli gündemi açık ki “Çözüm Süreci”.

Ve Çözüm Süreci’nde gelinen noktanın bir “tıkanma” olduğu gözler önünde. Niyetleri ne olursa olsun bazı yazar-çizer erbabının “süreç ne olursa olsun devam ediyor” şeklinde özetlenebilecek tutumlarını esas alıp “bir tıkanma filan yok, süreç devam ediyor” demeye devam etmek, bu “tıkanma” durumunu ortadan kaldırmıyor.

Mevcut durumu doğru okumaktan, doğru anlamaktan ziyade çıplak bir Ak Parti karşıtlığı temelinde Çözüm Süreci’nin boşa çıkmasını özlemle bekleyenler olduğunu elbette ki biliyorum. Böylelerinin tutumu gayet anlaşılır, zira ne “barış” ne de “çözüm” diye bir sorunları var. “Bir çözüm olacaksa bile Ak Parti ile olmasın bari” diye düşünenler bile var. Üstüne üstlük bu yaklaşımın “Kurdî” versiyonları da var. Yakın geçmişimizde Kemalist çevrelere “biz de laikiz, ittifak yapalım” mesajları gönderenler olduğunu hatırlıyoruz mesela…

Bu anlayış sahiplerine yeterince laf yetiştiren var. Bu tuzu kuruları görmezden gelmek de, ama buna karşılık abartılı bir şekilde muhatap almak da bana doğru gelmiyor.

Bunun yerine “asıl mesele” üzerine yoğunlaşmak durumundayız.

İki taraftan da bazen sertlik ayarı kaçırılan açıklamalar geliyor. Son günlerde BDP-PKK kanadından gelen açıklamalara bakılırsa, “süreç ha bitti ha bitecek” gibi bir kritik noktada. Bu açıklamaları biraz sürecin “doğal” bir parçası gibi görmek, soğukkanlılığını yitirmemek gerektiği düşüncesindeyim. Ama herkes birbirine “siyaset yapıyor” gözüyle bakar ve süreci ileriye taşıyacak bir tutum almazsa, o zaman sürecin gidişatından sahiden endişelenmek gerekecektir.

Hükümet, görünen o ki, yaklaşan yerel seçimleri dikkate alan bir tutum içinde. Bir siyasi partinin seçimleri dikkate alacak şekilde hareket etmesinde yadırganacak bir şey olmayabilir. Buna karşılık Kürt tarafı da kendi tabanına sürecin devam ettiğini gösterecek somut bir adım atılması beklentisi içinde. Açıkçası, bu da yadırganacak bir şey değil.

Bir ara “uzman” edalarıyla “2013’de şunlar olur, 2014’de de bu iş biter” şeklinde takvimler açıklayacak kadar kendini “uzman” olma havasına kaptırmış olanlar vardı. Böylesine yakıcı bir konuda bilip bilmeden ve Ortadoğu gerçeklerini hesaba katmadan, PKK gerçeğini analiz edecek bir donanıma sahip olmadan bu denli “keskin” ve “köşeli” iddialar ortaya atabilmek, eğer bir “cahil cesareti” değilse, yüzeyselliğin sığ sularında boğulup kalmaktan başka bir şey değildir.

Dilerim süreci iktidar adına koordine edenler bu desteksiz atış sahiplerini ciddiye almak gibi bir gaflete düşmemekte ve benim gibi acı acı gülümsemekle yetinmektedirler.

BDP heyetinin İmralı ile yaptığı son görüşmenin kamuoyuna yansıyan sonuçları üzerine yapılan yorumları izlemeye çalıştım ve bu yorumların yüzeyselliğine de şaşırmaktan kendimi alamadım. Mesela deniyor ki, “İmralı olumlu, süreci yürütmekte kararlı, Kandil ise yeniden silaha sarılmak için yanıp tutuşuyor”. Bu kadar basit değil ama…

Mevzunun özü şu: Kandil, İmralı’ya rağmen kritik bir tutum almaz. Örneğin “süreç bitti, yeniden silahlara sarılıyoruz” demez. Ancak buna karşılık Öcalan da gelinen aşamada Kandil’den aldığı mesajları yok sayarak bir tutum veya karar deklare etmez. “Önder” pozisyonunu tartışmalı hale getirecek, riske atacak bir tutum içine girmemeye özen gösterir. Kandil’in “geri çekilmeyi durdurduk” tavrına Öcalan’ın beklentilerin aksine “ateş kes, çatışmasızlık durumu devam etsin bari” demekle yetinmesini hatırlayalım… (Oysa Öcalan bununla ilgili konuşmadan önce “Öcalan şimdi Kandil’e ayar verir ve çekilme kaldığı yerden devam eder” diyen “uzman”lar vardı.)

Kandil, şu anda Öcalan’ın “daha etkili olmalıyım, önümü açın” istem ve beklentisine karşılık verilmesini sürecin bekâsı için bir koşul olarak görüyor ve bunu açık açık da ifade ediyor.

Bunu bir “koşul” olarak görmekten ziyade sürecin ilerlemesi açısından değerlendirmek gereği var. Öcalan’ın İmralı’da gazetecilerle görüştürülmesi yasal açıdan bir “sorun” teşkil ediyor değil. Geçtiğimiz mayıs ayında Kandil’e gitmeyen gazeteci kalmadı neredeyse. Gazetecilik maksadıyla ve hele ki “Çözüm Süreci” gibi bir gündem vesilesiyle dağa çıkmak nasıl kimsenin tuhafına gitmediyse aynı nedenlerle ve hem de bu kez sürecin önünü açacak bir gazetecilik yapmak üzere İmralı’ya gitmek de kimsenin tuhafına gidecek bir şey olmayacaktır.

Geçtiğimiz mayıs ayında raporlarını hükümete sunarak misyonlarını tamamlayan “akil insanlar heyetleri” gündeme geldiğinde, bu çalışmanın iki ayla sınırlı tutulmaması gerektiğini yazmıştım. Adı ne şekilde konulursa konulsun, süreci gözlemlemek ve gidişatına dair görüş ve gözlemlerini belirli periyodlarla kamuoyuna açıklamak üzere bir komisyon oluşturulması, geldiğimiz noktanın ihtiyaçlarından biri haline gelmiştir. Tarafların üzerinde uzlaşacağı isimler saptamanın zor olacağını sanmıyorum. Ama öncelikle böyle bir komisyonun ihtiyaç olduğuna karar vermek lazım.

“Çözüm Süreci”, Türkiye’nin en önemli demokratikleşme, barış ve yeniden yapılanma projesidir. Bu anlam ve önemine uygun bir sorumluluk içinde yaklaşmak gerek…