Çocuklarımızı nasıl koruyacağız?

Merve Şebnem Oruç

VAN 5.07.2018 10:34:03 0
 Çocuklarımızı nasıl koruyacağız?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Çocuklarımızı nasıl koruyacağız?
Ankara Polatlı’da 8 yaşındaki Eylül’ün kaçırılıp korkunç bir şekilde öldürülmesi, Ağrı’nın Bezirhane köyünde kaybolan 4 yaşındaki küçük Leyla’dan gelen acı haber, tüm Türkiye’yi yasa boğdu.


Ardından Türkiye’nin üç kayıp çocuk haberi daha geldi. Diyarbakır Silvan’da 15 yaşındaki çoban Yusuf Yılmaz... Hatay’ın Hassa ilçesinde Amanos dağı eteklerinde kaybolan 6 yaşındaki Ufuk Tatar... Siirt’in Pervari ilçesi Güleçler köyünde kaybolan 15 yaşındaki Salih Oral... Kayıp çocukları aramak için jandarmanın yanı sıra UMKE, AFAD ve 112 Acil Servis ekipleri de ilgili bölgelere yönlendirilmiş durumda. Drone’larla havadan tarama yapılırken dalgıçlar civardaki su kaynaklarını arıyor, arama tarama faaliyetlerine civardaki sivil vatandaşlar da katılıyor.
Dileriz, umarız, başka acı haber almayız. Dileriz, umarız, kayıp çocuklar İzmir’in Tire ilçesinde dağlık bir alanda anneannesiyle birlikte kaybolan 1,5 yaşındaki Rüya Çelik gibi, tez zamanda ailelerine kavuşur.

Yaşanan son vahim olaylar, sosyal medyada kaybolan çocuklar, çocuk istismarı gibi konuları en çok konuşulan başlıklardan biri haline getirirken ‘idam’ çağrılarının tekrar yükselmesine de neden oldu. Devletin, çocuklara yönelik cinsel istismar gibi suçlarda en ağır ve en caydırıcı cezayı getirmesini beklemek şüphesiz toplumun haklı bir talebi; ancak ABD gibi idamın bir ceza olarak uygulandığı ülkelerdeki örneklerden de biliyoruz ki, bugün ‘suçlu’ olduğu için idam edilen bir insanın daha sonra aslında ‘suçsuz’ olduğunun anlaşıldığı vakalar hukuk dosyalarında büyük yer kaplıyor. Gerçek suçluyu idamla cezalandırayım derken, hiçbir suçu olmayan insanları geri dönüşü olmayacak şekilde kurban etme ihtimalinin istatistiki olarak yüksek olması, idam cezasını tartışmalı hale getiren nedenlerin başında geliyor. Kamuoyunu bu kadar derinden etkileyen trajik olaylar sonrası idam cezasının tartışılması normal olsa da, fikri olarak ölüm cezasına karşı olmasa dahi, dünyadaki yargı mekanizmalarının işleyişindeki sorunlar nedeniyle idama karşı olan hukukçuların sayısı da bir hayli fazla.

Peki ‘kimyasal hadım’ ya da ‘cinsel kastrasyon’ gibi cezai düzenlemeler yeterli olacak mı? Uzmanların görüşü bu konuda da ayrışıyor. Kimi bunun da geçici bir çözüm olduğunu söylerken kimi caydırıcı niteliği olduğunu savunuyor. Cezai yaptırımlar konusunda hemen herkesin farklı bir kanaati, savunduğu farklı bir fikri varken, tamamı önleyici adımların ana başlığında buluşuyor: Eğitim.

Eğitim derken, bu hastalıklı, sapkın kişilerin eğitilmesinden bahsetmiyoruz; aile içi şiddetle dolu bir geçmişten farklı travmalara pek çok değişkene dayanan suçlu psikolojisine yönelik çalışmalar önemli olsa da, eğitim konusu daha ziyade çocukları, çocuklu aileleri ve çocuklarla çalışan bakıcı, eğitimci vb. kişileri kapsıyor.

Türkiye’de kimi kaçmış, kimi kaçırılmış, kimi günler haftalardır, kimi aylar, yıllardır kayıp 5 bin 169 çocuk var. Dünyada da istatistikler hiç de iç açıcı gözükmüyor. Düşük, orta gelirli ya da gelişmiş ülke fark etmeksizin çocuk kaçırma ve çocuk istismarı gibi vakalar ABD’den Hindistan’a dünyanın her yerinde görülüyor. Acı ama gerçek, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, tüm dünyada her dört çocuktan biri fiziksel şiddete maruz kalırken, duygusal şiddete maruz kalanların oranı %36, cinsel istismara maruz kalanların oranı ise %26 olarak belirtilmiş.

Teknolojinin gelişmesiyle internette çocuk istismarına yönelik siteler ve kurbanlarını internet üzerinden bulan faillere de ayrı bir vurgu yapılıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü de dün resmi sosyal medya hesabında, son dönemdeki olaylar nedeniyle, “Anne ve babalar dikkat!” başlığıyla çocukların kendilerini koruyabilmeleri için ebeveynlere yapmaları gerekenleri içeren 12 maddelik bir uyarı yayınladı ve bu maddelerden birinde çocuklarının isim ve fotoğraflarını sosyal medyada yayınlayan aileleri uyardı. Bilinçsizce yapılan bu paylaşımlar, çocuklarımızı kötü niyetli kişilerin radarına sokabileceği gibi, aynı zamanda kaç yaşında olursa olsun çocuğun rızası olmadığı için de etik açıdan sorun teşkil edebiliyor.

Çocukların acil durumda yapması gerekenlerden kendini tehlikede hissettiğinde nasıl davranması gerektiğine, ebeveynlerin ve 155 gibi acil ihbar hattı numaralarının ezberletilmesine önemli başlıkları içeren bu uyarıları siz de muhakkak açıp okuyun. Ancak çocuğa yönelik ‘tehdit’ ve ‘tehlike’ örneklerini doğru vermek, çocuğu bilinçlendireceğim derken paranoyak hale getirip hayattan soğutmamak da oldukça önemli.

Elbette çocuğun, ister elinde bir kutu çikolata, dondurma olsun isterse de şirin bir yavru ya da kedi köpek hiçbir yabancının sözüne aldanmaması, yanında ailesi ya da ailesinin izin verdiği bir büyüğü olmadan bulunduğu yeri terk etmemesi gibi bilinçlendirmeler önemli. Ancak, tüm dünyada cinsel istismar vakalarının %90’ında failin çocukların yakını çıktığını da unutmamalı, tehdidi sadece dışarıda aramamalıyız. Yani en az tehlikeyi uzaklarda görüp çocuklarımızı yabancılara karşı uyarmak kadar, onlara kimleri yaklaştırdığımıza, yakın çevremize kimleri dahil ettiğimize de dikkat etmemiz gerek. İster büyük şehirlerde yaşayalım ister köy ve kasabalarda, çocuklarımıza bakıcılık edenlere, kimlerle komşuluk yaptığımıza dikkat etmeli, garip ve şüphe çeken davranışları olanlardan uzak durmalı, “nasılsa tanıdık çevredeyiz, bir sahip çıkan olur” gibi düşüncelerle yakında da olsa çocuğu yalnız başına gözden uzak yerlere göndermemeliyiz. Ama bunları yaparken çocuğun hayatını bir çileye çevirmemek, çocuğu eve hapsetmemek, çocuklarda psikolojik hasara yol açmamak gerek. Çocuk elbette çocukluğunu yaşayacak, koşup oynayacak, parklara, oyun bahçelerine, kırlara, sokaklara çıkacak, ve tüm bunları gözetimimizde yapacak. Nitekim çocuk sahibi olmak demek, onun için kendinden, onun zamanı için kendi zamanından feragat etmek demek.