ÇIRAK ALİ

Usta; “Tamam kaydını yapalım gelsin.” dedi.

VAN 8.11.2017 10:21:05 0
 ÇIRAK ALİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 ÇIRAK ALİ

            Şehrin uzak bir mahallesinde; toprak damlı, bahçeli bir evleri vardı. Babası bütün imkânlarını kullanarak orayı zar zor alabilmişti. Kızlı erkekli yedi kardeş idiler.  Ali üç erkek kardeşin en büyüğüydü.

            İlkokulu bitirmesine bir yıl kalmıştı. Sabahları erkenden uyanıp vakitsizce kahvaltısını yapıyor, telaşla elbiselerini ve eskimiş ayakkabılarını giyerek çamurlu yolun kurumuş kenarlarından hızlıca geçerek okula gidiyordu.

            Öğretmeni Ali’nin zeki olduğunu ancak ailesinin çok ilgisiz olduğunu söylemekteydi. Ali öğlen okuldan döner dönmez çantasını odanın köşesine atıyor,  yemeğini atıştırıp ayakkabı boyası kutusunu kaptığı gibi sokağa fırlıyordu. Çünkü ailesi fakirdi. Cadde ve sokaklarda ayakkabı boyacılığı yapıyordu. Bir keresinde; bölgelerine girdiği gerekçesiyle diğer boyacılardan dayak yemişti!

            Komşuları Kerem dayı Ali’yi yanına çağırdı: “Bak oğlum sen çok çalışkansın, çabalıyorsun. Ancak ayakkabı boyacılığıyla bir yere varamazsın. Babanla konuş eğer isterseniz okul biter bitmez seni sanayide bir ustanın yanına yerleştireyim…

            Nihayet kaportacı Sinan ustanın dükkânında işe başlamıştı. O artık Çırak Ali idi. Sinan usta; tecrübeli, güngörmüş, dürüst, sözüne güvenilir ve itibarlı biriydi. Çırak ve kalfalarına çocukları gibi bakardı. Yediğini onlara da yedirir, ihtiyaçlarını giderir, Cumartesi günleri de haftalık ücretlerini verirdi. Ali şanslıydı tam yerini bulmuştu.

            Önce yerleri süpürmek, takımları toplamak ve çay dağıtmak gibi işler yaptı. Derken peyderpey diğer işlere de el attı. Meraklıydı hızlı ilerleme kat ediyordu.

            Ustası; “ Ali oto Çelik’e git Reno’ya ön kapı yüzü getir. Ha bak evladım, dürüst olmalısın. Müşteriyi hatta kimseyi kandırma. Malzeme fiyatlarını doğru söyle, hadi fırla…”

            Kış gelip çatmıştı. Ali sulu zımpara yapıyordu. Elleri çatlamış çatlak yerlere macun ve boyanın farklı renkleri sinmişti. Sinan usta uzaktan Ali’nin üşüdüğünü hisseti. Yanına çağırdı, yağ sobasının yanına oturttu. Soba büyük bir gürültüyle yanıyordu. Küçük ellerini avuçlarına yerleştirerek ısıttı. Ellerinin çatlamış yerlerine merhem sürdü. Ertesi gün Aliye kalın iş elbiseleri getirmişti.

            Ali bir blok ötedeki çıraklarla tanışmıştı. Onlar ustalarının müşteriye yaptığı hileleri anlatıyorlardı. Ayrıca çalışanlara peynir ekmek gibi şeyler yedirdiği halde kendisi lokantada yiyormuş. Ağzı da çok bozukmuş… Çıraklar sigara da içiyorlardı. Ali de bir iki tüttürdü derken hoşuna gitti…

            Sinan usta hışımla Ali’yi yanına çağırdı. “Demek sigara içiyorsun.” deyip bomba gibi bir tokat yapıştırdı. Ali sendeledi, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Köşedeki tabureye oturdu, hıçkırıklarını tutamıyordu. Sinan usta geldi yanına oturdu, başını okşadı. “Bak oğlum sen bana emanetsin, seni kötülüklerle baş başa bırakamam, lütfen iyi arkadaşlar seç, seni sevdiğimi bilirsin. Hadi kalk yüzünü yıka.” Bu Sinan ustanın ilk ve son tokadıydı.

            İşleri çok iyiydi. Memnun kalan müşteriler başkalarını getiriyorlardı. Sinan usta yeni elemanlar almıştı, buna rağmen yetiştiremedikleri için kabul etmedikleri işler oluyordu. Ali maharetliydi. Ustasının çalışmalarına bakıyor öğreniyordu. Oki-Asetilen kaynağı yapacaktı. Üfleci eline aldı, yaktı, oksijen ve asetileni ayarladı. Önündeki sacı eritmeye başladı. Çatlak yerinden sacı eritiyor küçük bir havuz oluşturuyordu. Sol elindeki teli de eritip havuza akıtarak dikiş oluşturuyordu. Demire hükmetmesi ona büyük bir haz veriyordu. Adeta demircilerin piri olan Hazreti Davut’un sırrına nail oluyordu…

            İşyerlerine temiz giyimli ve kıravatlı iki kişi geldiler. Sinan usta onları tanıyordu. Biraz sohbetten sonra bir tanesi parmağı ile Ali’yi işaret etti. Usta; “Tamam kaydını yapalım gelsin.” dedi.

            Böylece Ali Çıraklık Eğitimi Merkezinin öğrencisi oldu. Haftanın beş günü işyerinde çalışacak Salı günleri ise okula gidecekti. Okul günü temiz elbiselerini giydi, sanayinin hemen girişinde olan okula gitti. Çırakların okulu üç katlı bakımlı bir bina idi. Çok güzel bir bahçesi vardı. Bahçenin çevresine; ağaçlar dikilmiş, sık ve yemyeşil olan çimleri halı gibi biçilmişti. Girişteki kamelya oraya bir hoşluk katıyordu.

            Öğrencileri sıraya koydular. Okulun kurallarını anlattılar… Burada mesleki ve kültürel dersler görecekler. Eğitim bitince Kalfalık sonra Ustalık belgesini alacaklar onunla da işyeri açabileceklerdi.

Çırak Alinin Okul ve işyeri hayatı birbirini tamamlıyordu. Dükkanda çalışırken öğretmenleri çıkagelmişti. Sinan usta öğretmenle samimiydi, hemen işi durdurdu. “Oğlum hocana çay getir.” Öğretmen çayı yudumlarken; “Sinan ustam çalışmalarınıza baktım. Lütfen yanlış anlamayın, ama zarar göreceksiniz. Filtresiz korumasız boya yapıyorsunuz. Ciğerleriniz iflas edecek. Bundan dolayı mesleği bırakmak zorunda kalanlar var. İş güvenliğinde her şeyin bir çaresi var. Zımpara yaparken maske, oksijen kaynağı yaparken gözlük kullanmak gerekir.” dedi. Usta; “Haklısınız hocam, zor ama kullanacağız.”

Okulda tören vardı. Türkçe öğretmeni Ali’yi ve giyim bölümünden Zehra’yı çağırdı. Sunuculuk yapacaklardı. Birlikte çalıştılar, tören yapıldı… O günden sonra Zehra’yı fark eder olmuştu. Sebebini anlayamadı ama uzaktan da olsa onu görmek istiyordu. Onu her gördüğünde; kalbi hızlı hızlı çarpıyor, dili adeta ağırlaşıyordu. İçinde tarif edemeyeceği duygular depreşiyordu. Okul günlerini iple çeker olmuştu. Bazen karşılaştıklarında gayri ihtiyari gülümsüyorlardı. Ali utangaçtı, duygularını bir sır olarak sakladı…

Okul bitmiş, akabinde askerlik yapılmıştı. Ali güçlü kuvvetli bir şekilde Sinan ustanın karşısındaydı. Ustada yaşlılık belirtileri başlamış, bazen öksürük krizleri tutuyordu. Ali’nin gelişine çok sevindi. Ona itimadı tamdı. “Gel Ali düşündüm de; sen ahlaklı ve çalışkansın. Ben de yaşlandım sayılır, artık pek çalışmak istemiyorum. Hazır dükkân var, istersen sen çalıştır ortak olalım.” Ali heyecanlı ve kısık bir sesle; “Şeref duyarım ustam.” dedi.

Çırak Ali, artık Ali usta olmuştu. Kazançları gayet iyiydi. Annesi onun mürüvetini görmek istiyordu. Doğrusu onun aklının bir köşesinde hep Zehra vardı. Onu hiç unutamamıştı. Kim bilir nerdedir?  Beklide çoluk çocuğa karışmıştır diye düşündü, içini bir hüzün kapladı…

Bir gün ablasının ısrarı üzerine onu yeni aldığı arabasıyla bir pasaja götürdü. Ablası elbise diktirecekti. Bayan terzinin dükkânına girdiler. Kaderin cilvesi karşısında Zehra duruyordu. Serpilmiş büyümüş ancak hala gülüşü, masumiyeti ve utangaçlığı aynıydı. Adeta efsunlu bir hava dükkânı doldurmuştu. Sanki zaman durmuş ve sanki dünyanın gizemi birden çözülüvermişti. Şaşkınlığın ardından Zehra; “Aaa sen Ali’sin.” dedi. Merhabalaştılar… Siparişler verildi.

Eve dönüş yolunda, Ali bütün cesaretini toplayarak ablasına Zehra’yı anlattı. Gayri ihtiyari gözleri ıslanmıştı. Ablası Ali’nin aksine çok rahat bir yaratılışa sahipti, başaramayacağı şey yoktu. Çok sevdiği kardeşine dönerek şefkatle; “ Kurban olduğum, onu tanırım. Çok iyi bir kızdır. Merak etme, o işi bana bırak. Senden iyisini mi bulacak!”

Ali’nin ablası ertesi gün Zehra’yla konuşmuş, nasihat etmiş, onayını almıştı. Bunu heyecanla Ali’ye anlattı. Ali hafiflemiş sanki rüya âleminde gibiydi. Çok mutluydu, heyecanı sevinci birbirine karışmıştı...

Selam Çırak Ali’ye, Ali Usta’ya! Selam; çıraklara, kalfalara, ustalara! Selam bütün iyi insanlara!