CHP’li ve BDP’li Sünni dindarlar

Ömer Altaş

VAN 20.08.2014 11:23:17 0
CHP’li ve BDP’li Sünni dindarlar
Tarih: 01.01.0001 00:00
 BDP’li Sünni, dindar Kürtler ve CHP’li Sünni, dindar Türklerin öyküsü

Türkiye’de bütün dindarlar Ak Parti’li ve diğer % 45 oranını oluşturan topluluklar dinsiz (gavur) mi?

İdeolojik perspektif çatışmanın bu kavşakta kalmasını istiyor ama sosyo-psikolojik gerçek buna izin vermiyor.

Bu sorunun analizi siyaset kıvrımlarının geleceğini tahmin etmek açısından kritik bir öneme sahip.

Arkeolojik fotoğraflar çekme vakti.

Türkiye’de CHP’ye ve BDP’ye oy verenler arasında kayda değer miktarda “Sünni, dindar” vatandaş var.

İslamlık üzerinden alevlenen günümüzün amansız çatışma ortamında bile partisini terk etmeyen bu dindar CHP’liler ve BDP’lilerin öyküsü manidar.

Ülkenin iki sınır boyunda ve iki sinir ucunda neler oluyor?

Türkiye’de ulusal çapta temel çelişki; Laiklik, Kemalizm, Türkçülük, Cumhuriyet, TC rejimi ve eski devlet çaprazına oturduğu için dini duyarlılığı ve Allah’la “özel” bir bağı olan her vatandaşın doğal partisinin Ak Parti olması bekleniyor.

Bu perdeye yansıyan kısmın ana algısını oluşturuyor.

Birkaç soru daha gerekiyor: Namazında-abdestinde olup da ısrarla CHP’ye ve BDP’ye oy verenleri ‘yeni Türkiye devrimine’ katmak mümkün mü?

Sizce, CHP ve BDP’ye oy veren “Sünni muhafazakârları” ne ikna eder?

Hangi siyasi gelişme, Sünni dindarları alıp İslam’a düşmanlık besleyen sınıfları, paganları, Türk ya da Kürt ırkçıları, materyalist Solcuları ve laikçi Batıcıları bu partilerin bünyesinde kendiyle baş başa bırakır?

Bunun için önce BDP örnekliğine bakmalı.

Toplumsal olayların garip tecelli biçimi var hangi toplum kesimlerini ne kadar ve ne zaman etkiler bilinmez.

PKK siyasallaşması kapsamına razı olan “BDP’li Sünni, dindar Kürtlerin” hikâyesi CHP’ye oy veren “CHP’li Sünni, dindar Türklerin” hikâyesi ile çarpıcı benzerlikler gösteriyor.

BDP, bölgenin bir gerçeği, bunun ne demek olduğuna bakalım.

Anahtar veri bu: Kürt sorunu bölge insanların “canına tak etti.”

Bir köy yakılırken, boşaltılırken, bir meçhule tehcir edilirken köy halkının düşüneceği sadece bir gerçek kalır, diğer detaylar yok olur ya da ertelenir.

Bir yerde can derdi varsa orada “o an” din dahi olmaz!

Evi ateşe verilmiş, köyü yıkılmış, başına silah dayanmış, onuruyla oynanmış, her şeyini kaybetmiş, aç, sefil bir insanın namaz vaktini kaçırması ya da ona ‘kerahet vakti girdi’ demek ne anlam ifade eder?

Türkiye Kürdistanı’nda bu gerçek patlamak üzere iken BDP bu topluluklara ‘demokratik’ (Kardeşliği koruyan) bir soluk aldırdı.

Bölge İslamcıları bu analizlere bozulacak ama BDP; PKK ve TC arasında bir geçiş formülüydü.

Bir sığınak.

PKK’dan farklı olarak bir elini Türkiye demokrasisine diğer elini halka uzatan BDP, öyle krıtik bir evrede devreye girdi ki kapsamını oluşturan halk tek çıkışın bu olduğuna inandı.

Bu nedenle bir BDP’li uzun bir süre asla başka bir partiye oy vermeyecek.

Türkiye Kürt bölgesinde sıcak zamanlardaki toplumsal türbülansın içinde kalan bireyler güçlü bir dindar da olsa BDP’den vazgeçmeyecek.

Nitekim bu kapsamda kalan Kürtler, BDP’den başka bir partiye oy vermeyi kendine ihanet olarak tarif ediyor.

Onlar, travmayı var eden şartlar tam olarak ortadan kalkmadığı sürece başka bir ifade ile o travmayı hatırlatacak en küçük bir işaret gördüklerinde bile BDP’ye dört elle sarılacaklar.

Kürt bölgesinden bakınca makul görünen bu sosyal fotoğraf; bölge dışına çıkıldığında konuşulması hala cesaret isteyen bir olguya dönüşüyor.

Barış ve dinci-faşizmin küresel destekli paralel saldırıları sürecinde; bütün kalbiyle Erdoğan’ın kazanması için dua edip eliyle BDP’ye oy verenlerin hikâyesi budur.

BDP kurmay aklı, bu değeri taşımayı hak etmese de ‘toplumsal düzen garantörü’ vazifesi gördü.

BDP, politik duruşlarıyla Kürt aklını ve iradesini iğdiş eden bir tutum sergilese de kapsamına giren topluluğunun varlığını geleceğe taşımada bir “teminatı” işlevi gördü.

Bu nedenle yeni Türkiye kurucu iradesinin bu gerçeğin üzerine tersten gitmesi doğru olmaz.

Aynı şekilde CHP kitlesinin psikolojisinde de benzer bir travmanın izlerin görmek mümkün.

Yıkım dönemlerinde Osmanlı devletinin ağırlık merkezi, İstanbul ve Selanik’in tam ortasıdır demek mümkün.

Osmanlı kurmaylarının ilerleme ekseni ve yönü dikkate alındığında Osmanlı devletinin Rumeliliği, Balkanlılığı şüphe götürmez.

19. yüzyılın sonu 20. Yüzyılın ilk başlangıç evrelerinde Trablusgarp’ta, Balkan savaşlarında, I.dünya savaşında yaşanan ağır yenilgiler en fazla bu bölge insanlarının canına dokundu.

Öldüler, öldürüldüler, sürüldüler, vatanlarını terk ettiler, her türlü sıkıntıyı bizzat yaşadılar ya da hepsine gözleriyle tanık oldular.

Yeni kurulan Cumhuriyet’in politik yönü ne olursa olsun önemli değildi, sığınacak bir liman buldular. Vatanlarından kovulanlar tehcir ve mübadele ile geldikleri kıyı boylarına yerleştikleri yeni vatanda kendilerine her ne sunulduysa ona dört elle sarıldılar.

Meşrebi, mezhebi, sınıfı, dindarlık ölçüsü, coğrafyası ne olursa olsun hepsi sadece 1920’ nin yeni Türkiyecileriydi, Cumhuriyetçilerdi.

Bu duygu nesilden nesile aktarıldı zamanla bir içgüdü oluştu.

Yeni vatanlarında bu bilinçaltını negatif olarak harekete geçiren nesne her ne ise büyük tepki gösterdiler. Bu din ise onu bile sahte kabul ettiler.

Devlete; nerenden, ne şekilde ve hangi içerikte olursa olsun yönelen her taarruzu bizzat kendine yapılmış kabul ettiler.

Bir daha vatansız kalamazlardı.

Bu kitleler bölgelerinin (özellikle Ege, Marmara) ana siyasi temayülünü de belirlediler. Çünkü inançlıydılar, kararlıydılar, tek parçaydılar ve birbirlerine ölümüne tutkun en dinamik topluluktular. Sonra da (bugün) o bölgelerin elitleri ve kanaat önderleri oldular.

Onlar da devlet partisinden başkasına, CHP’den maadasına asla oy vermezler.

Dinin bütün vecibelerini yerine getiren nice CHP’li, Ak Parti’yi kasıtla “bunlar samimi değil” ithamıyla CHP’de kalmaya devam etmeyi meşrulaştırmaya devam ediyor.

Mübadeleciler, alışkanlık gerçeğini bir kenara bırakmadan travmaya neden olan şartların ortadan kalktığına emin olmadıkları sürece CHP’ye oy vermeye devam edecekler.

Bu bize uzun vadeli de olsa bir ‘mübadele travması tedavisi sisteminin’ gerekliliğini gösteriyor.

Genel anlamda “göçmen travması” habitatında büyüyenlerin -ki hükümetler umurlarında değil- devlet yeni Türkiye ise ancak onlar yeni Türkiyeci olacaklar.

Bu derin gerçeğin üstüne tersten gitmek doğru olmaz.

İzmir’in yeni Türkiye devrimine katılması bu nedenle imkânsız değil. Gerekli koşullar oluştuğunda görülecek ki çok hızlı bir “barış süreci” oluşacak.

Hastalığın semptomunu bilen bir doktor gibi üslubunu da ona göre ayarlayarak sabırla metodoloji uygulanırsa CHP; sadece batıcı, ırkçı Türkçü, İslam düşmanlığını boyun borcu kabul eden materyalist sınıfların marjinal ve nostaljik çatısı olarak politik hayatına devam eder.

BDP’li Sünni, dindar Kürtler ve CHP’li Sünni, dindar Türkler olgusunun, yeni Türkiye devrimini; paranteze alınmış ‘orta Anadolu devrimi’ algısından çıkaracak tartışmalara kapı aralaması ümidiyle..