ÇALIŞMAK İBADET İSE NE DİYE İBADET EDİYORUZ?

… iki esas üzerine oturan dünya bundan sonra sadece dünya hayatını önemseyen ahireti ise hiç hesaba katmayan seküler yani dünyayı sevenlerin hâkim olduğu bir yaşam alanı haline dönüşü verdi. Bu insanların bir kısmı ise dinlerini ya

VAN 21.10.2016 17:08:47 0
ÇALIŞMAK İBADET İSE NE DİYE İBADET EDİYORUZ?
Tarih: 01.01.0001 00:00
OSMAN COŞKUN

Allah’ın gönderdiği son hak ve doğru din olan İslam’a ait kavramları kendi özel bağlamlarından kopararak kendi çıkar ve arzuları doğrultusunda kullanmayı adet haline getiren İslam dışı sistem ve ideolojiler sıkıştıkları yerde bu kavramları pervasızca kullanmaktan hiç imtina etmemektedirler. Son iki yüz yıldır Müslüman halkın gözlerinin içine baka baka bu hayâsızlığı ve pervasızlığı utanmadan sıkılmadan sürekli yapa gelmektedirler. Son yüz yılda İslam’ı hayatın bütün evrelerinden kovup ona savaş açan laik ve sekuler rejimler başları dara düşünce Cami, ezan, sala ve şehitlik kavramlarına nasılda sarılıyorlar. Son zamanlarda bunlara sıkça rastlar olduk. Yaptıkları ve ortaya koydukları bir takım davranışların halkı Müslüman olan coğrafyada beğeni kazanması onların İslam’a ait olan Kur’an’ı kavramları argümanlarında ne kadar başarılı kullandıklarına bağlıdır. Bunu yapar iken kendileri ile işbirliği yapıp onlar ile çalışan kurum ve kuruluşları da yaptıkları hırsızlıklara kılıf bulacak ve meşru hale getirecek fetvaları da bulmakta zorlanmamaktadırlar.
Kendileri hesabına çalışan işbirlikçileri sözlerine aslında İslam diyerek söze başlayarak o güne kadar İslam ve Müslümanlar adına yapılan ve söylenen hiçbir şeye katılmadıklarını onların tamamının yanlış olduğunu doğrusunun! İse kendilerinin söylediklerinin olduğunu sahip oldukları yazılı ve görsel basın yoluyla mazlum ve mağdur halka yutturmaktadırlar. Sözlerine bu şekilde başlayıp öylede olur böylede olur caizdir dinen bir sakıncası yoktur. Kuran’da ve peygamberin hayatında böyle bir şey zaten olmamıştır. Olmuş ise bile o zamanı ilgilendirir yani olay yaşanmış ve bitmiştir. Bunları Kuran’da aramanın bir mantığı zaten yoktur demek suretiyle İslam’ın ana kaynağı yüce Kur’an’ı işlevsiz hale getirmektedirler.
Kur’an dinin ana kaynağı olmaktan çıkarıldıktan sonra yani Kur’an susturulunca kendilerine hocalık yapan oryantalist ve batılı müsteşriklerin yazıp onlara sundukları kitaplar ve o kitabın içindekiler yol gösterir hale gelmektedirler. Son yıllarda mastırını ve doktorasını batıda yapmayan bir akademisyene özelliklede ilahiyatçı diye bilinen kimselere neredeyse rastlamaz olduk. Anlatılan ve yaşanılanların tamamına yakını batı patentli ve batılılara ait görüşlerin İslam’dan bir görüş gibi sunulup anlatıldığı günleri yaşamaktayız.
Sayıları iki milyarı bulan Müslüman coğrafyada bu akademisyen ve araştırmacılara rehberlik edecek ve onlara İslam’ı anlatacak hiç kimse kalmadı mı? Şayet evet kalmadı diyenlerden isek bu batı toplumu karşısında top yekûn yenilgiyi kabul ettiğimizin açıkça delilidir. Ben şahsen böyle bir kabulün İslam’ı ve insani olmadığını savunanlardanım. Zira bizlerin Allah gibi bir yar ve yardımcısı var onlar ise böyle bir güç ve destekten yoksundurlar sizce üstün gelecekler Allah taraftarları değil mi?
Her konuda Müslümanların kafasını başarı ile karıştıran İslam’ın düşmanları öncelikle dünya ve ahiret dengesini bozmak suretiyle bütün işleri ahiret aleyhine dünyanın ise lehine çevirerek büyük bir kafa karışıklığına imza attılar. Oysa İslam dengenin ne ahiret nede dünya lehine veya aleyhine bozulmasını kendisini din olarak kabul edip yaşayanlardan şiddetle kaçınmalarını istemekte idi. Öyle ki bu dengeyi bozanları da veya bozmaya teşebbüs edenleri de yine kendileri gibi birer insan olan elçileri aracılığı ile uyarmakta idi. İnsanlık ne zaman bu dengeyi bozdu işte o zamandan bu güne kadar da huzura ve sükûna hasret kaldı şayet böyle gider ise de kıyamete kadar huzursuzluğu da devam edip gidecektir. Hayat sadece bu dünya hayatıdır yer içer eğlenir ve ölürüz bizi ancak zaman yok eder diyenlerin sayısı yarabbi! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver diyenlerin sayısını geçince mevcut denge de alt üst olup bozulmuş oldu. Yani iki esas üzerine oturan dünya bundan sonra sadece dünya hayatını önemseyen ahireti ise hiç hesaba katmayan seküler yani dünyayı sevenlerin hâkim olduğu bir yaşam alanı haline dönüşü verdi. Bu insanların bir kısmı ise dinlerini ya haftada bir veya mübarek gün ve gecelerde hatırlar halde yaşamlarını sürdürmektedirler.
Dünyayı önemseyen sekuler görüş sahipleri yine kelime oyunlarıyla efendim çalışmakta zaten bir ibadettir argümanını dillendirerek halkı Müslüman olan kitleyi ikna etmeyi başardılar. Onlara göre Allah’ı razı eden veya razı etmeyen ancak iş ve çalışmak olarak nitelendirilen her türlü gayret ve çalışma zaten bir ibadet sayılıyordu. Ancak işin aslı böyle mi idi? El betteki hayır. Doğrusu ise Önce âlemlerin ilahı ve rabbi razı edilecek onun istediği ve arzu ettiği bir hayat yaşanılacak onun dışındaki bütün hayat tarzları inkâr edilecek ki bundan sonraki her aktivitemiz ve hareketlerimiz bir ibadet olsun. Sadece çalışmak başlı başına bir ibadet olamaz. Hele hele Allah ’sız Kuran ’sız ve peygamber siz bir yaşamın hiçbir şeyi ibadet olmaz.
İslam dünyayı önemsemeyen veya ciddiye almayan onu yok sayan bütün gayret ve yoğunluğunu sadece ahirete hasredip yönlendiren bir anlayışı asla kabul edip benimsemez.  Onun genel prensibi şu ayetlerde kendisini net olarak ortaya koyar. : “İnsanlardan  “Ey rabbimiz! Bize vereceğini bu dünyada ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur. Yine onlardan bir kısmı da, “ Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” diyenler de vardır. İşte onlara kazandıklarındın bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.” ( Bakara-200 ile 201. Ayetler) Konumuza ışık tutacak ve önemine inandığımız ikinci ayet ise: “ Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sende iyilik yap yeryüzünde bozgunculuk isteme çünkü Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas-77)
Bu iki sureden alıntı yaptığımız ayetler bile tek başına İslam’ın sadece dünyayı önceleyen veya tam tersi sadece ahireti önemseyen bir din olmadığının açıkça göstergesidir. O tam bir denge dinidir. Dünyası rezil olanın ahirette vezir olması hayal bile edilemez. Allah’ın insanlar içerisinden seçip göndermiş olduğu ilk elçisi olan Hz. Adem ile son elçisi Hz. Muhammed salat ve selam bütün elçilerinin üzerine olsun ortaya koyup yaşadıkları hayatları ile bizlere bu konuda yeteri kadar örneklikler ortaya koymuşlardır. Bizler Kuran’ın size bildirdiklerine göre her peygamberin dünyalıklarını bizzat kendi gayret ve çabaları ile kazandıklarını hiç kimseden sadaka ve hibe kabul etmeyip zaman zaman kendilerine verilen hediyeleri bile kabul etmeyerek ihtiyaç sahiplerine verdiklerine şahitlik etmektedir. Onlar hem çalışmışlar hem de ibadetlerini aksatmadan yerine getirmişlerdir. İster iseniz konuyu son elçi olan Hz. Muhammed as. Üzerinden örneklendirmek suretiyle daha da anlaşılır hale getirmeye çalışalım: Miladi beş yüz yetmiş bir yılında dünya ya gelen Abdullah’ın oğlu Muhammed daha doğmadan babasını doğduktan yaklaşık olarak altı yıl sonra ise annesini kaybetmek suretiyle önce dedesinin sonrada amcasının himayesi ila hayatını devam ettirdi. Her çocuk gibi oda aile bütçesine katkı sağlayacak işlerde çalışarak hayatının devamını sağladı. Mesela dedesine ait olan koyun ve keçileri otlattığına dair bilgilere sahibiz. Bu söylediklerimiz geleneksel anlayış sahiplerine göre saçma ve uçuk gelebilir. Zira onlara göre Abdullah’ın oğlu Muhammed daha dünyaya gelmeden ona birtakım insanüstü özellikler verilmiştir. Mesela sütanneye verildiğinde ev sahibesine ait keçilerin sütlerinin artığı kendisini şemsiye gibi bir bulutun sürekli üzerinde dolaşarak onu gölgelendirdiğine dair Kuran’a aykırı bir takım özellikler vermek suretiyle örnek alınamaz bir insan konumuna getirenleri elbette ki hariç tutuyoruz. Son elçi yirmi beş yaşına gelince o zamanlar Mekke ve civarındaki insanların birçoğunun yaptığı ve yaşam tarzı haline getirdiği ticaret hayatına resmen başlar. Buna da yapmış olduğu bir evliliğin sebep olduğunu yine bizler bilmekteyiz. Yaptığı ticaretle iyi para kazanıp Mekke’nin ileri gelen zenginleri arasına giren Muhammed as. Kırk yaşında ise kendisinin elçi seçilmesi suretiyle bu kazandıklarını Allah yolunda harcayarak kıyamete kadar gelecek olan bütün inananlara da güzel bir örneklik ortaya koymuştur. O elçi seçildikten sonra Allah için yapmış olduğu savaşlarda Allah tarafından kendisi için ayrılan beş te birlik pay ile hayatını devam ettirmiş. Hiç kimseden sadaka kabul etmeyerek kendi gayret ve çabasının ürünü olmayan bir şeyi de kabul etmeme konusunda gerekli hassasiyetlide göstermiştir. Son elçinin bu ve benzeri güzel özelliklerini din ve sünnet olarak kabul etmeyen onun sözde ümmetleri onun beşer yani insan olarak sahip olduğu sakalını ve giydiği daha doğrusu giymek zorunda olduğu elbisesini din olarak kabul ederek Allah’ın dininden uzaklaşmanın en riçit örneklerini de vermiş oldular. Bu gün halkı Müslüman olan coğrafyaya bakar isek kendimizden olmayan ve her konuda inananlara hayatı yaşanılmaz hale getiren Allah ve inananların düşmanı kâfirlerin son yüz elli yılda önceleri Marşal yardımları daha sonra imefe, !  daha sonra birleşmiş milletler! Yardımlarına nasıl muhtaç haline getirildiğini anlamak sanırım dahada kolay olacaktır. Ne garip ve acıdır ki hemen yanı başımız da zulme uğrayan Suriye, Irak, Afganistan gibi ülkelerde yaşayan din kardeşlerimize bile kâfirlerin müsaadesi olmadan insanların temel ihtiyaçları olan malzemeleri bile gönderemiyoruz. Sonrada kalkıp bunların niye hep halkı Müslüman ülkelerde meydana geldiğini sorup duruyoruz. Alın size cevabı. Allah’ın indirdiği zikri Kuran’ı ciddiye almayan bireysel ve toplumsal hayatından dışlayan toplumlara Allah dar, sıkıntılı, stresli ve huzura muhtaç bir yaşamı yaşamaya mahkûm olacaklarını Kuran’da açıklamış kurtulmak isteyenlere Kuran’a başvurmalarını tavsiye ederiz. Allah’a emanet olunuz.