ÇAĞRI 1 TÜM İKTİDAR SAHİPLERİNE SON ÇAĞRI

MUSTAFA BOZACI

VAN 25.11.2014 12:52:18 0
ÇAĞRI 1 TÜM İKTİDAR SAHİPLERİNE SON ÇAĞRI
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Biliyoruz; firavun ölmüş firavunluk sürmektedir! Ebu Cehil ve Ebu Leheb ölmüştür, cahiliye ve sömürü düzenleri sürüyor! İsimler değişse de sıfatlar sürecektir, sınav sürdükçe! Her çağın kendi renginde iktidar ve güç savaşı, hak batıl mücadelesi elbette olacaktır. Her çağın Musa’sı, İbrahim’i, Muhammed’i de olacaktır; onlar ismen olmasalar da, misyon olarak, kimlik ve kişilik olarak, Rabbin rızasını îla etmek için sahneye çıkacaklardır.
 
‘Bir dakika bin dakika’ başlığıyla sitemizde genele hitaben yaptığımız çağrıyı, üç seri ile tefrika ederek özelleştirmeye çalışacağız. Siz sıralamayı takdim te’hir yapabilirsiniz. Unutulanları, eksikleri tamamlayıp eklemeler çıkarmalar, çıkarımlar da! Dileğimiz bu serinin bir teati platformuna dönüşmesidir.
Bu bir davettir, çağrıdır… Yeryüzünün tüm iktidar/erk sahiplerine… Muktedirlerine, müstekbirlerine… İzm’lere, ideoloji/beşeri dinlere, ilahlık ve rablik iddiasında bulunanlara, son/tek hak din konusunda çelişkiye, çekişmeye düşenlere… Ne ilk ne de son olan! Çağlara ve nesillere… Gücü elinde bulundurup bunu tebaanın üzerinde adaletsizce uygulayanlara… Adaleti tevhidden kopartarak, zanlarınca ve heveslerince bir algı üretip bunu dayatanlara… Mülkü emanet bilmeyip sahiplenenlere… Yeryüzünün imarı için halife kılınan insanoğlunun kemalat sürecini tersine çevirip, beşeriyete dönüşte ısrar ederek, ifsad için uğraşanlara… Tek yaratıcı Rabbimize kul olmaktan imtina edip, kulları kendilerine kul köle kılarak kendilerini rab ilan edenlere… Bu son çağrıdır; son çağrının hatırlatılmasıdır. Unutulan, yok vehmedilen son ilahi dinin çağrısının yenilenmesidir. Sınav sürdükçe, yeryüzünde mü’min bir kul kaldıkça çağrı yenilenecek/yinelenecek ve sürecektir. Kalbini karartıp kilitleyene, kapıları kendi kapatana, kulağı gözü olup sözü, dinlemeyene, görmeyene ve hayvandan daha aşağılara düşenlere çağrının fayda vermeyeceği hakikati bir tarafa!
Aslında bu çağrı tüm insanlığa, mülkü eline geçirenlere bunu kendi elleriyle teslim ettiğinin farkında olmayan, zayıf bırakılmış, o da buna inanmış, müstez’af kesime de bu çağrıyı sunmak gerekiyor ve fakat bu başka bir yazıya inşaallah…
Kendinize gelin. Aklınızı başınıza alın. Ne kadar zalim olursanız olun, bir sonunuz var. Nerede atalarınız? Nerede sizden daha şedid olan selefleriniz? Yeryüzünü seyahat amacı dışında bir gezip görün; sizden önce ne şehirler kurmuş, ne çağlar yaşamış önceki nesillerin akıbeti ne olmuş, bir bakın! Nerede evleri barkları, bağları bahçeleri, sarayları, yıkılmaz sandıkları hükümranlıkları, bir görün! Köleleri, hizmetçileri nerede, bir düşünün! Yığdıkları mal mülk, talan edip sömürerek, başkalarının emek ve imkânlarını çalıp çırparak, yağmaladıkları dünyalıklar, çokluğu ile övündükleri mele mütrefleri, evladü iyalleri hani?
Nerede Nuh, Âd ve Semud? Nerede Firavun ve Nemrut; nerede hile ve tuzakları? Yığdıkları, yağmaladıkları? Nerede yıkılmaz sandıkları güç ve iktidarları? Musa’nın mı adı sürüyor, firavunun mu? İbrahim’in mi şanı duruyor, nemrudun mu?
Biliyoruz; firavun ölmüş firavunluk sürmektedir! Ebu Cehil ve Ebu Leheb ölmüştür, cahiliye ve sömürü düzenleri sürüyor! İsimler değişse de sıfatlar sürecektir, sınav sürdükçe! Her çağın kendi renginde iktidar ve güç savaşı, hak batıl mücadelesi elbette olacaktır. Her çağın Musası, İbrahimi, Muhammedi de olacaktır; onlar ismen olmasalar da, misyon olarak, kimlik ve kişilik olarak, Rabbin rızasını îla etmek için sahneye çıkacaklardır. Zafer denilen şey, illa da yakıp yıkmak, gücü ele geçirmek de değildir. Hak yolda hakkıyla mücadele ve bu yarışa dâhil olup sabr-ü sebat ile dilinin döndüğü, elinden geldiği, gücünün yettiğince mücahede etmek, bunu sürdürmek yeter şarttır. Görece gücünüz, geçici saltanatınız sizi mağrur etmesin!
Biz biliyor ve inanıyoruz ki, Rabbimiz eşsiz gücü ve kudreti ile isterse hepinizi bir anda helak edebilir. Bu gücü mukayese de edilemez. Ve isterse tümden hidayet de edebilir, buna da gücü yeter. Ama yine O’nun bildirdiği, resulü ile örneklendirdiği üzre âdeti/sünneti kulların istemleri, çabaları ve iradeleri neticesindeki süreçlerin o yönde kolaylaştırılması, yaratılması şeklinde sürmektedir. Ve kul, elinden geleni ardına koymayıp daralınca imdat etmektedir. Bu, zamanla da sınırlı değildir, kişiyle de! Tarih bunun örnekleriyle doludur; bakmasını, okumasını bilene! Firavunun Musa’nın peşinde boğulurkenki kabul edilmeyen teslimiyetini, ikrarını hatırlayınız! İsrailoğullarının sonraki süreçte Asur, Babille başlarına gelenleri… Hırıstiyan dünyanın iç savaşlarını, katliamlarını… Moğolları düşününüz! Hitleri… Taşören Saddamları, Kaddafileri… Güneşin batmadığı(!) İngiliz emperyalizmini… Şunu da ekleyelim; Allah günleri aramızda evirip çeviriyor, dünyanın geçici, az bir geçimlik olduğunu idrak etmemiz için… Sebep sonuç ilişkileri, problemlerin dayandıkları genel geçer, evrensel kaideleri vurgulamak için… Zira bu taraftan bakınca da; nerede Davut, Süleyman? Nerede ikinci Süleyman, Osmanlı? İnanın Allah’ın sopası var; biz başımıza gelen şer bildiklerimizin ellerimizle yaptıklarımız sebebiyle olduğunu biliyorduk da, bu aralar unuttuk! Siz de her şeyi/malı mülkü, gücü ve iktidarı kendinizden zannediyorsunuz; tarihi, Allah’ı unuttunuz; kulları uyuttunuz! Kendimize gelebiliriz her an! Dinimize dönüp Allah’a sığınarak hakk’a tabi olduğumuzda, siz de gerçekleri görürsünüz; ama korkarım, geç kalmış olursunuz!
Nice az topluluğun Allah’ın izniyle/yardımıyla nice kalabalıklara üstün gelmesini hiç aklınızdan çıkarmayınız! ‘Rabbim Allah’tır’ diyenleri, sırf bu sebeple öldürecek misiniz?! Şunu bilin ki; eğer bu düşman kıldıklarınız, ötekileştirdikleriniz de sizin gibi Allah korkusundan uzak olsalardı, ahiretteki hesabı düşünmeselerdi size bir damla su bırakırlar mıydı?! Sizi bir kaşık suda boğmazlar mıydı? Zalim olmak varken, niye o zaman mazlum olsunlardı?! Niçin sömürmek varken sömürülsünlerdi?! Muhakkak ki biz zulme zulümle, yanlışa başka bir yanlışla, sömürüye benzeriyle mukabele edecek değiliz asla! Şiarımız daima adalet, hep adalet; ki bu anlamını ve rengini ‘tevhid’ anlayışımızdan alır zaten! Gerçi, dedik ya, bu başka bir yazının konusu ve fakat şunu ekleyelim; onlara ‘sömürmeyin’ diyen Allah da, sömürülün diyen kim?! O ‘sömürülün’ demiyor; ‘zalim de olmayın, mazlum da’ diyor. ‘Adil olun, Hakk’a hakkıyla riayet edin, yeryüzünde böbürlenmeyin, egemenlik taslamayın, onu imar edin, kulluğunuzu bilin, haddi aşmayın, ifrata da tefrite de düşmeyin..’ diyor.
Allah, Musa peygamberi firavuna gönderdiğinde ‘git ona güzel söz söyle’ diyerek, bir tarz sunuyordu. Hz. Muhammed Mekke’de hikmetle, güzel öğütle davetini sürdürüyor, şiddete başvurmuyordu. Sözün gücüne inanıyorlardı; gücün sözüne değil! Hakk’ın gücüne inanıyorlardı, gücün hakkına değil! Ama yeri geldiğinde, hakkın önüne batıl bir engel çıkarıldığında, hak engellendiğinde, kul ile Rabbi arasına yapay, nefsi duvarlar örüldüğünde; bu engelleri kaldırmak, hakkı savunmak ve üstün kılmak için misliyle mukabele etmekten de kaçınmıyorlar; esirgenmek için mallarını ve canlarını esirgemiyorlardı. İnanlar yeri geldiğinde küfre karşı şiddetli olmasını da pek ala bilirler, bunu unutmayınız! Ve bu, sizin haksızlığınızdan doğan doğal bir hak olacaktır!
Kudüs’ün anahtarlarının Hz. Ömer’e teslim edilmesinin, İstanbul’un fethinde halkın teveccühünün, Balkanların Osmanlı ile buluşmasının sebep ve vasatını bir düşünün! Sizden daha zalim birinin, adı ne olursa olsun bir sistemin sizin başınıza çöreklenip, sizi zelil, kul köle kıldığını, sizin tebaaya yaptıklarınızın aynısını size yaptığını bir muhakeme edin! Bizde buna ‘dinsizin hakkından imansız gelir’ derler de, bu ‘ölümle korkutup sıtmaya razı etmek’ değildir; biz, sizi bizzat esenliğe, güvenliğe, adalete davet ediyoruz.
Küfr ile abad olunması, zulümle abad olunamaması hakikatini tarihe bakarak anlayamadınız mı? Hâlâ anlayamayacak mısınız? Örümcek evi benzeri çarık çürük sığınaklarınızın sizleri o malum güne karşı koruyacağını mı zannediyorsunuz? ‘Küfr ile abad olunması’ da aslında bir vehimdir. Kanmışlığın, aldanmışlığın bir tezahürüdür. Ne kadar da olsa bir darlık, bir iç sıkıntısı, bir ‘son algısı’ tedirginliği sarıp sarmalar insanı! Kurtarmaz ne akıbetten, ne de hesaba çekilmekten! Küfür; zulme göre bir derece geride olsa da mahza kötülüktür, yanlıştır! Bu fark da içerikle alakalı değil, dışa dönük yüzle alakalıdır sadece! Neticede yeryüzünde kimin adına, niçin hâkimiyet iddiası taşındığıdır, önemli olan! Yeryüzünde Allah’ın hâkimiyetini tek tanımadan, kimin adına; ister kendinizin, ister grubunuzun adına yapın fark etmez! Hak ile hükmetmedikten sonra, ne ile, nasıl; ister sopa, ister havuçla ahkam kesin, ne ile egemenlik iddia ederseniz edin fark etmez! İster simsiyah olun, ister gri… İster diktatörlük olun, ister demokrasi… Tüm tarihiniz; ölüm, kan ve gözyaşı… İstisna aramaya ne hacet! Bu kan ve gözyaşı pey der pey sizi de boğacak, eğer siz ‘dur’ demezseniz! Gerçi duyularınızı ellerinizle, erkinizle köreltmişsiniz; ekini/kültür/bilgilenme ve nesli helak etmek, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ifsad işiniz gücünüz!
Kulun bir ömrü var, toplumların, kavimlerin de! O geldikten sonra öne de alınmaz, geri de bırakılmaz! Mesele ölümle de bitmez! Ne kadar inkâr ederseniz edin, işi zamana havale ederseniz edin, zannınızca ötede daha iyisini ve fazlasını umarsanız umun, istediğiniz kadar azabı ‘bir kaç günle’ sınırlarsanız sınırlayın, size verilenlerin sizden kaynaklanan maharetlerin sonucu olduğunu sanarsanız sanın; o akıbet sizi de bekliyor. Kaçıp durduğunuz ölüm size de ulaşacak! Ve yapıp ettiklerinizden sorgulanacak, ona göre ebedi bir hayata, yeni bir dünyaya gözlerinizi açacaksınız! Ya ağırlanacak, ya aşağılanacaksınız!
Her şey bu dünyada kendi elinizde! Bunu yanlışa yormayın; her şey, mal mülk elinizde olabilir; o mala sahip misiniz, ait mi? Onu hayra mı kullanıyorsunuz, şerre mi?! Bu manada malın mülkün elde olması  değil önemli olan! Bu vesile ile azabı da mükâfatı da daha bu dünyada iken kazanıp hak etmek, elinizde! Bu fırsatınız, imkânınız var! Henüz vaktiniz de… Aklınızı iki elinizin arasına alıp bir daha düşününüz; karda mı, zararda mısınız? İnsanların Allah’a kul olmasının önünde engel misiniz, vesile mi? Onları Allah’a kul olmaya mı davet edersiniz, kendinize mi? Onları akıl ve iradeleri ile baş başa bırakıyor musunuz, zorla akıllarını başlarından mı alıyor, akıllarını mı çeldiriyorsunuz? Onların mal mülküne tasarruf ettiğiniz gibi, akıl ve iradelerine de ipotek koyup aşağılık mı kılıyorsunuz? Sihirbazlarınız, karunlarınız, cellatlarınız, mele ve mürtefinizle!..
Yeryüzüne, kendi yüzünüze bakmaz mısınız; yaratılış nasıl başlamış, nasıl sürüyor! Günler aramızda nasıl çevriliyor? Bir ağaca baksanız; baharının, kışının nasıl birer ayet olduğunu göreceksiniz! Çürümüş kemiği ilkin, hiç örneksiz yaratanın onu yeniden yaratmaya muktedir olduğunu nasıl anlamazsınız! Hanginiz güneşi batıdan getirebilir? Yeter ki düşünün, azıcık akledin! Kâinatı yaratmak mı zor, insanı mı, bir mukayese edin? En ufak bir eşya sahipsiz değil, en basit bir eserin müessiri var; nasıl şu kadar evren ve içindekiler tesadüf olabilir? Bir sineği bile bırakın yaratmayı, kovamayanlar nasıl ilah olur, kullara rablik iddiasında bulunabilir? Kendisi yaratılmış olan nasıl kendini o makamda görebilir? Kulu yaratan onun ihtiyaç ve özelliklerini de en iyi bilen olduğundan, kula yönelik en iyi sistemi, düzeni O’ndan başka kim adilane va’z edebilir? Rabbimizin size verdiği fırsatları, lehinize zannetmeyin! O sizi sınıyor; mühlet veriyor, ya aklınızı başınıza alırsınız ya da malum akıbeti bu dünyada da size gösterebilir! O ertelemeyi iyi değerlendirmezseniz, burada olmasa bile öte de mutlaka gözlerinizle göreceksiniz! Ahirette sizi kurtaracak bir eseriniz yoksa dünyada kurduğunuz örümcek evi, deniz kenarında yükselttiğiniz kumdan kaleler benzeri yapılarınız sizi kurtaramaz! İnkâr edip durduğunuz ahiret ‘ya varsa’; dünyalıklarınızı da istediğiniz kadar mezarlarınıza gömün size faydası olacak mı sanıyorsunuz! Onları orada geçer akçe mi zannediyorsunuz, buradan ellerinizle, iman ile göndermedikten sonra! Bırakın aldatmayı, hakikaten aldanıyorsunuz!
Bir düşününüz; ya sömürdükleriniz, kendinize kul köle kıldıklarınız da sizin gibi, ‘Ben de sömüreceğim ve semireceğim. Ben de mazlumluğu bırakıp zalim olacağım, kula kulluğu bırakıp kulları kendime kul kılacağım..’ deseler, intikam duygusu ile hareket etseler haliniz nice olur? Bu kalkışma Allah’a asla bir zara veremez de sizin yıkılıp yok olmasından korktuğunuz dünyalıklarınız ve iktidarınız per perişan olmaz mı? Zillete düşmez misiniz? Buna razı olur musunuz? Pekiyi Allah, buna, sizin zulmünüze, O’nu tanımamanıza niçin, nereye kadar razı gelsin?!
ÇARE: İslam’ın adaletine sığının. Allah’a güvenin. Hakk’a yönelin. İslam mahza ‘adalet, barış, esenlik’ demektir; girin edDin’e, kendinizi ona teslim edin. Dedik ya; O(cc) acele etmez, kul gibi davranmaz, O’nun âdeti/sünneti değişmez! O sınamakta ve mühlet tanımaktadır, sadece! Belki anlar; dönersiniz! Geç kalmadan!
Rabbimizin insanlığa son çağrısının hatırlatıldığı, bu yazı ile tekrarlanan, son da olmayacak davete kulak veriniz. Kendinize geliniz. Kendi sanal ve banal sahte dinlerinizi terk edip hak dine dönünüz! Kendiniz ve insanlık için bir çıkış ve kurtuluş fırsatı olan bu çağrıya sırtınızı dönmeyiniz! Kulları iradeleri ile baş başa bırakınız! Kulluğunuzu hatırlayınız! Mağrur ve müstağni davranmayınız! Bir adım ötesi; ölüm, ahiret ve hesap! Ya cennet ya cehennem! Cennete talip olan bu dünyada da o doğrultuda çaba sarfeder; iyilik, güzellik, ıslah için uğraşır.  Bu dünya ve nimetleri hem geçicidir hem herkese de yeter! Cehenneme çevirdiğiniz dünyadan kendi cehenneminize odun taşıyorsunuz, unutmayınız! Aklını başına almayan cehennemi hak eder!
 
Not; bu yazıyı/mesajı/çağrıyı verdiğiniz değer kadar, ulaşabildiklerinize ulaştırınız…
.iktibasdergisi.