Böyle büyümenin maliyeti

Etyen Mahçupyan

VAN 7.12.2017 09:55:06 0
 Böyle büyümenin maliyeti
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Enflasyon rakamları moral bozmaya devam ediyor ve her yerde domatesle başlayıp et, süt, yumurta şeklinde giden listeler görüyoruz. Alınan izlenim bazı gıda piyasalarında sorun olduğu ve bu alanlarda üretimi artırma adımları atıldığında enflasyonun da normale döneceği şeklinde. Tarım ve hayvancılıkta gerçekten de sıkıntılar var ve bunun temelinde de Kürt meselesinde devletin tutumu dahil ‘yapısal’ sorunlar bulunuyor. Nitekim arz açısından bakıldığında asıl mesele üretim girdilerindeki fiyat artışından ziyade talep karşısındaki yetersizlik.

***

İşin maliyetler yönünde en önemli girdi hammadde ve maaşlar. İki yıl önce Mahfi Eğilmez ‘Faiz: Neden mi sonuç mu?’ başlıklı yazısında enflasyonu ortaya çıkaran nedenleri ele alırken, Yüncüler ve Öğünç imzalı 2013 yılı bir araştırmaya atıfta bulunmuştu. Merkez Bankası yayınları arasında yer alan ve 20’den fazla kişi çalıştıran 38 bin 997 firma üzerinde yapılan çalışmada, hammadde giderlerinin toplam maliyetin yüzde 41.5’ini, personel giderlerinin ise yüzde 23.6’sını oluşturduğu ortaya çıkmıştı. (Faiz dahil tüm finans masrafları ise sadece 3.6). Türkiye’de maaşlar genelde enflasyonu ‘takip eden’ bir unsur olduğu, yani enflasyona göre ayarlandığı için bu kalem bağımsız bir etken oluşturmuyor. Öte yandan hammadde fiyatları ise, enerjiyi de hesaba kattığımızda döviz kurlarından fazlasıyla etkileniyor.   

Eğer arzı etkileyerek enflasyonu aşağı çekmek istiyorsak bakılması gereken yer Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE). Bu endeks son altı aydır üst üste yükselerek 17.30’u buldu. Ama asıl kritik olan, son bir yıl içinde ara mallarındaki yüzde 23.43 artış ve bunda döviz kurlarının etkili olduğu açık. Diğer deyişle enflasyonu indirmek istiyorsak dövizdeki sert dalgalı yükselişin önüne geçmek gerekiyor. Her yükselme o anki maliyet yapısını doğrudan etkilemenin yanında beklentileri de yükselme yönünde değiştirerek, imalatçıların ‘tedbirli’ davranmasına ve muhtemel maliyet artışını ürünlerine yansıtmalarına neden oluyor. Dalgalanma ise hem döviz borcu olanları önceden alıma sevk ediyor hem de istikrarı varsayan bir hesaplamayı imkansız kılıyor.

Diğer taraftan dövizdeki bu yükselişin Türkiye benzeri ülkeler için geçerli olmadığının altını çizelim. Türk lirası sadece dolar ve avro karşısında değil, ‘kendi ayarındaki’ Hindistan, Güney Afrika ve Rusya gibi ülkelerin paraları karşısında da sürekli devalüe oluyor. Demek ki mesele sürdürülen ekonomi politikası ile ilişkili… Enflasyonu ve onun tetiklediği faiz ve döviz yükselişini yaratan unsur bu politikanın kendisi. Çünkü siyasi hedeflere ulaşmayı mümkün kılacağı düşünülen bir enflasyonist büyüme çizgisi izleniyor. Seçimlerin halkı memnun edecek hizmetler ve doğrudan gelir transferleri üzerinden kazanılabileceği varsayımı, kamu harcamalarını ve tüketimi şişiriyor. Hükümet kredi alanını ve imkanlarını genişleterek aslında enflasyonun yükselmesini birinci elden teşvik etmiş oluyor.

Ancak bu tabloyu sağlıklı bir hale getirebilecek tek unsur olan yatırımlar bir türlü harekete geçmiyor. Yüksek büyüme oranları ile propaganda yapılabiliyor, ama ‘makine teçhizat’ kaleminde büyüme ‘ekside’ kaldığı sürece o oranlar ile sadece kendimizi aldatmış oluyoruz. İhracat artışı için de benzer bir durum söz konusu, çünkü ithalat daha hızlı artıyor…

***

Türkiye ‘yatırım isteği uyandıracak’ bir ülke haline dönmek zorunda. Bu da bilgisizlikte ve yanlışta ısrar etmemeyi, keyfi yönetimden uzak durmayı, kurumların yıpratılmamasını ve hukukun saygınlığını yeniden kazanmasını gerektiriyor. Merkez Bankası faizleri bugün reel olarak sıfıra inmiş durumda ama yine de yatırım yok… Çünkü yürütülen politika belirsizlik, güvenilmezlik ve öngörülemezlik mesajı veriyor.  Erdoğan’ın ‘başka ülkelere kaçmayı düşünen iş adamları’ çıkışı ise bu tabloyu bir anlamda tescil ediyor…