BÖLGEDEKİ KAOS: BEKLENTİLER-GERÇEKLER VE ÇÖZÜM SÜRECİ

ABDULLAH PAMUK

VAN 15.12.2014 10:19:25 0
BÖLGEDEKİ KAOS: BEKLENTİLER-GERÇEKLER VE ÇÖZÜM SÜRECİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Her ne kadar bazı refiklerimiz, “Ilımlı İslam Projesi” eksenindeki gelişmelerden, nasıl becerebiliyorlarsa, olumlu sonuçlar çıkarabiliyorlar, tarihin bu kırılma noktasında/dönemecinde Müslümanların, bu “ideolojik savaş”a hazır olduklarını iddia ediyorlarsa da gerçek hiçte öyle görünmemektedir.
Uluslararası ilişkilerle ilgili analizler yapılırken sadece görünenler üzerinden hareket etmek çoğu zaman yeterli olmamakta, hatta yanıltıcı sonuçlar doğurmaktadır. Hele hele bazı dönemlerde, çeşitli güç odaklarının ilgilendiği kritik konulardaki değerlendirmelerin görünenler üzerinden yapılması ciddi manipülasyonlara, algı yönetimi çabalarına zemin hazırlayabilmektedir. Olması gereken ise olayların perde arkasını dikkate alan, görünenlerle görünmeyenler arasındaki ilişkiyi, bir model çevresinde ele alan okumalarla doğruyu yakalamak ve insanların dikkatine sunmaktır. Zira uluslararası sistem içindeki ittifakların, düşmanlıkların, çok boyutlu ve giderek daha karmaşık hale geldiği bir zaman diliminde yaşamaktayız.
Bu bağlamda özellikle askeri literatürde önemli olan bir kavram, “sahte bayrak” stratejisini dikkatinize sunmakta yarar umuyoruz. Deniz savaşlarında, savaş konumunu alana kadar göndere düşman bayrağı çekilir, uygun bir zamanda da o bayrak indirilip düşman gafil avlanır, bu stratejide. Günümüzde ise bu yöntem birçok alanda kullanılmaktadır. Özellikle de terörü bir araç, uluslararası siyasetin enstürmanı olarak kullanan güçler, “sahte bayrak” stratejisini sistematik algı yönetimi teknikleriyle destekleyerek kullanmaktadırlar. Üstelik bahse konu manipülatif çabalar içinde olan bu küresel güçler ve yerli işbirlikçileri, bir taraftan bunu ilkesiz ve ahlaksızca yaparlarken diğer taraftan da sureti haktan gözükmekte, ahlak dersleri verebilmektedirler. Bu yöntemi kullanan devletler, güç odakları, söz konusu yöntemi iki şekilde uygulamaya çalışıyorlar. Bunlardan birincisi, terörün oluşumunda etken olan hususları dikkate almayan, hatta buna zemin hazırlayan devlet/devletler, terörist unsurları yok etme imkanına sahip olduklarında da böyle bir tercihte bulunmuyorlar; aksine “derin devlet” unsurlarıyla terörist yapının içine sızarak ya da önünü açarak devletin “gayri nizami güçleri”nin yaptığı ahlak dışı faaliyetleri meşrulaştırmaya çalışıyorlar. İkincisi, hedef bölgede stratejik amaçlarını gerçekleştirmek için ortaya çıkan/çıkarılan reaksiyoner yapıların güçlenmesine ve kontrollü bir şekilde saha üstünlüğü sağlamasına imkân tanınıyor, zemin hazırlanıyor ve bu söz konusu örgütün anlayamadığı yöntemlerle ya da içeriye sızdırdığı unsurlar vasıtasıyla gerçekleştiriliyor. Yani bu stratejiyi kullanan güçlerin, araç olarak kullanmak istedikleri /kullandıkları yapıların illa başlangıcından itibaren istihbarat örgütleri eliyle kurulması şart değildir. Söz konusu yapının palazlanması, zamanla etkin bir güç haline gelmesine alan açılması, kendi amaçları için gerekli kontrollü bir kaosun, vasatın oluşturulması için yeterli olabilir. Böylelikle bahse konu niteliklere sahip örgütler, istenildiği zaman yok edilebilecek ama stratejilerine hizmet ettiği müddetçe de kullanabilecek kıvamında tutulur; nitekim öylede olmaktadır…
Peki, bir geçiş/fetret döneminin bütün kaotik özellikleriyle malül bölgemizde yaşananlarla yukarıdaki hatırlatmaların bağlantıları nedir? Diye sorulduğunda, herhalde çok şey söylenebilir…
Terörü, “ilkesiz şiddeti” bir yöntem olarak kullanan örgütlerin, küresel güçlerin istihbarat teşkilatları vasıtasıyla nasıl manipüle edildiğini, kullanıldığını bir tarafa bırakalım. Bu coğrafyada adına devlet denen birçok organizasyonda, kritik devlet kurumlarının nasıl kontrol edildiğini artık bilmeyen kalmadı. Değişen dünya ve bölge şartlarının ortaya çıkarttığı yeni gereklilikler ve bunların dayattığı “ideolojik zemin” ve yeni değişkenler üzerinde yükselen yeni güç/strateji savaşlarını anlamaya çalıştığımızda durumun hiçte iç açıcı olmadığını görmemiz zor olmayacaktır. Her ne kadar bazı refiklerimiz, “Ilımlı İslam Projesi” eksenindeki gelişmelerden, nasıl becerebiliyorlarsa, olumlu sonuçlar çıkarabiliyorlar, tarihin bu kırılma noktasında/dönemecinde Müslümanların, bu “ideolojik savaş”a hazır olduklarını iddia ediyorlarsa da gerçek hiçte öyle görünmemektedir. Gerek değişim ve dönüşüm sürecinin temel değişkenleri ve gerekse de dönemsel gelişmelerin parametrelerinin tercihi, böyle bir karmaşık/sofistike savaşa hazır organizasyonlar ve onların bölgesel işbirlikçilerinin kontrolünde bulunmaktadır. Temel tercihler dayatılmakta ya da uzlaşmacı/telif edici bir çıkış sunulmaktadır. Bu durumda insanımızın karşısına iki yol çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, kendi ana referansı çerçevesinde ilkeli, sonuç odaklı değil süreç odaklı, Nebevi örnekliklerde öğrendiğimiz mücadele yöntemini günümüze taşımak. İkincisi ise “reel politika” söylemleriyle, “hareket fıkhı” üst başlıklarıyla “İslam’a karşı İslam” stratejilerinin farklı versiyonlarından birinin içinde olmak ya da bu Müslümanları kontrol projelerinin açtığı alanlardan medet ummak… Ne yazık ki Müslümanların önüne konulan ve cezbedici hale getirilip İslam ile doğrudan çatışan temel ekseni gizlenmeye çalışılan söz konusu “Ilımlı İslam Projesi” ile karşı karşıyayız. Bunun alternatifi olarakta, eski düzen; jakoben laiklik eksenindeki ceberrut, vesayetçi model ya da “ilkesiz şiddet”i bir çıkış olarak gören farklı yaklaşımlar yerleştirilmektedir. Gelinen bu aşamada ne yazık ki Müslümanlar, yaşadıkları “Sorunlu Tarih”in tüm olumsuzluklarını, açmazlarını tekrar hayatlarına taşımakta ve küresel küfürde bu zeminden istediği gibi yararlanmaktadır.
1. Dünya Savaşı ile beraber kurulan bölge düzeninde Müslümanlar, ulus devlet yapısıyla suni sınırlarla ayrılmış ve birbirlerine düşman topluluklar haline getirilmişlerdi. Ancak 2. Dünya Savaşı sonrası revize edilen ve yeni bir ideolojik zemine oturtulan bu düzen, artık bölgenin kontrolü için yetersiz kalmakta, kifayet etmemektedir. Uzun süredir bu gerçekliğin farkında olan küresel güçler, Müslümanları ve bölgeyi kontrol edebilecek yeni stratejiler ve yöntemler üzerinde çalışmakta ve bunların farklı versiyonlarını Müslümanların yaşadığı coğrafyada uygulamaya çalışmaktadır. Potansiyel tehdit olarak gördükleri Müslümanları, ana referansından/Tevhidi ekseninden kısmen de olsa uzaklaştırmayı, (sözde evrensel) Batılı değerlerle Müslümanların değerlerinin telif edilebileceği ekseninde hareket eden bu stratejik çabaları kontrollerinde tutabilmek adına etnik ve mezhep temelli ayrılıkları gizli ya da açık desteklemektedirler. Son planda Müslümanlara eski düzenin tüm olumsuzlukları vahşet görüntüleriyle tekrar tekrar hatırlatılmakta, adeta “Müslümanlar” eliyle İslam rehin alınarak iki sapkın seçenekten birine zorlanılmaktadır.
Hiç şüphesiz böylesi bir kaos ortamında neler olup bittiğini anlayabilmek için iki ana çizgiyi/”stratejik akıl”ı gözden kaçırmamız gerekmektedir. Bunlardan birincisi eski düzenden beslenen küresel odaklar ve onların işbirlikçileridir. Ve bunlarda bölgede yeni düzen arayışı içindedirler. Âmâ diğerleriyle zamanlama ve yeni düzenin bazı nitelikleri konusunda farklı düşünmektedirler. İkincisi ise değişen dünya ve bölge dengelerinde yeni düzenin bir an önce kurulmasından yarar gören küresel güçler ve yerli stratejik ortaklarıdır. Ancak hiç hatırımızdan çıkarmayalım ki bu iki stratejik çizgi/üst akıl, dönemsel olarak, bazı konularda ortak hareket edebilmekte ve bu durum tarafların bölgesel unsurlarını rahatsız edebilmektedir. Ve böyle bir durumda görünenler üzerinden hareket edenler görünmeyen bazı gerçeklikleri ıskalamakta ve/veya kimileri de bu durumu kendi lehlerine kullanmak isteyerek toplumları yanlış yönlendirebilmektedir. Nitekim, bu çerçevede, bölgede yaşanılan kaos ortamı karşımıza iki kullanışlı örgüt çıkarmakta ve bunlar üzerinden oluşturulan algı yönetimi ile islamofobi tahkim edilerek Müslümanlara “Ilımlı İslam Projesi” tek seçenek olarak sunulmaktadır.
Dikkat edilirse, bir taraftan eski düzenin yöntemleri gereği bölgedeki katliamlar, saldırıların dozu arttırılırken diğer taraftan da Müslümanları güç duruma düşürecek El-Kaide ve IŞİD gibi örgütlerle güç savaşlarında uygun vasat yaratılmaya çalışılmaktadır. Bunların yanı sıra eski düzenin güçlendirdiği, önünü açarak uluslararasılaştırdığı ve son demlerini yaşıyor olmasına rağmen dönemsel olarak kullanışlı addedilen PKK ve türevleri, bölgedeki El-Kaide/IŞİD’den kurtuluş reçetesi olarak bile sunulabilmektedir. Ve son dönemlerin en dikkat çekici algı yönetimi ise IŞİD’in karşısına çıkarılan PKK ve türevlerinin miadını doldurmak üzere olan bir terör örgütü olmaktan çıkarılıp neredeyse terörle mücadele eden unsurlar olarak sunulmak istenilmesidir. Bu durum ne yazık ki zaten kafası karışık bazı insanımızın dengelerini tamamen alt üst etmiş, “Ilımlı İslam Projesi”nin önemli aktörü Yeni Türkiye’nin IŞİD’e destek verdiği veya IŞİD ile yeterince mücadele etmediği manipülasyonunun tuzağına düşürmüştür. Keza kimilerini de tam tersi bir çizgideki mücadelelerini derinleştirir. Böylelikle Çözüm Süreci ve Yeni Türkiye’nin bölgeyle ilgili hamlelerinden rahatsızlık duyan unsurların zaman zaman kafa karıştıran operasyonları somut verilerle göz önüne konulmuştur.
ÇÖZÜM SÜRECİ: Beklentiler-Gerçekler
Hatırlanacaktır, Çözüm Süreci, üçüncü bir tarafın arabuluculuğuyla önce Oslo’da başlamıştı. Ne var ki konjonktürel gelişmelere çok duyarlı olan bu süreç, malum nedenlerle başarısızlıkla sonuçlandı. Bu durum bölgede yaşanan dönemsel nitelikli gelişmeleri hatalı okuyan, krizlerden yararlanarak lehlerine bir statü oluşturabilecekleri vehmine kapılan malum çevreleri, dış etkilere açık duruşlarıyla hareketlendirmişti. Hâlbuki Çözüm Süreci, konjonktürel bir adım olmaktan öte, bölgedeki değişen şartların alan açtığı, zamanla bir zorunluluk olarak dayatabileceği stratejik bir adımdı. Dolayısıyla Oslo’daki başarısızlığın hemen sonrasında Yeni Türkiye adına AK Parti/AKP hükümetin milli hedefleri doğrultusunda terörü sonlandırmak, hareket kabiliyetini sınırlayan önemli bir “bukağı”dan kurtulma kararlılığıyla ve yeni bir format ile gündeme taşıdığı bir süreçti. Beklentilerinin de ötesinde bir kamuoyu desteğine mazhar olan Çözüm Süreci, yine bölgede yaşanan dönemsel krizlerden etkilense de kolaylıkla çökertilebilecek bir proje değildir. Sürece yönelik toplumsal desteğin yanı sıra, gerek İmralı’nın bölgenin geleceği ile ilgili projeksiyonunun Yeni Türkiye kadrolarıyla olumlu olması ve gerekse de bölgedeki değişik Kürt örgütlerinin büyük çoğunluğun PKK içindeki küresel güçlerin dönemsel hesaplarının açtığı alanlardan yararlanmak isteyen ve sürece karşı ciddi çekinceleri olan kesimlerle paralel düşünmemeleri, en azından daha kanlı bir geçiş sürecinin yaşanmasını engellemiştir.
İmralı üzerinden yürütülüyor olmasına rağmen bazı küresel ve bölgesel unsurlarında ilkesel desteğine sahip olan bu süreç; ideolojik ekseni, niteliği ve öne çıkan boyutlarıyla ne olduğu bilinen bir projedir. Ve bu projenin bölge ve Türkiye’de hakim kılınmaya çalışılan yeni paradigma/model çerçevesinde yoluna devam ederken, kaçınılmaz olarak, içeriden veya dışarıdan, bazı testlere tabi tutulması kaçınılmazdır. Bölgede değişmesi gereken dengelerin tekrar eski durumuna getirilmesi ve bunun devam ettirilmesi imkanı neredeyse yok olduğu bir dönemde, dönemsel krizlerin açtığı alanlar aldatıcıdır; kısa vadelidir. İçeride vatandaşlarımız olan Kürtlerle birlikte dışarıda yaşayan ve köklü bağlarımız olan Kürtlerinde hamisi biziz diyen Yeni Türkiye gerçekliğiyle konunun muhataplarının hepsinin yüzleşme vakti geldi de geçmektedir. Tıpkı PKK/HDP içinde, zaman zaman “biz buradayız” mesajı veren ve malum “seküler” unsurlara selam çakan çevrelerin ciddi bir değerlendirme ve karar aşamasına geldikleri gibi!
Gezi olayları, 17-25 Aralık operasyonları vb. nasıl uluslararası boyutları olan gelişmeler ise söz konusu gelişmelerde görünen unsurların yanı sıra görünmeyen odakların kimler olduğu ve ne istedikleri bilindiği gibi son Kobani bahaneli operasyonlardaki ilişki ağını görebilmek zor olmasa gerektir.
Nitekim 6-8 Ekim olaylarında PKK içindeki malum odaklar ve türev bazı yapılar, dönemsel şartlardan yararlanarak bazı kazanımlar elde edebilecekleri zehabına tekrar kapıldılar. Ya da içinde bulunulan şartlar gereği zorlandılar. Yeni Türkiye’yi Çözüm Süreci üzerinden tehdit eden, mesaj veren Avrupa ülkeleri ve ABD içindeki malum odakların dümen suyunda hareket ettiler. Oysa bir kez daha görüldü ki Çözüm Süreci, dünyadaki benzerlerinden çok farklı. Süreç, iki etnik ve “dini” grup arasındaki bir müzakere değil, birbirleriyle derin ilişkilere ve ortak değerlere sahip insanların suni ayrılıklarla karşı karşıya getirilme sürecini sona erdirmek isteyen stratejik bir adımdır. Her ne kadar “Ilımlı İslam Projesi” zemininde hareket eden ve bölgeye, bölge insanına yönelik “İdeolojik Savaş” boyutuyla yine Batı patentli bir zihniyetten beslense de geniş toplumsal kesimler için farklı bir anlam taşımaktadır. Farklı algı yöntemleriyle düşünsel ekseni gizlenmiş olsa da bahse konu toplumsal kesimlerin zihninde rejimin kaba zulmünün sona ermesi, bölgedeki çıkış arayışının önemli bir eşiği anlamı taşımaktadır. Bu durum bölgede yapılan anketlerde çok net olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, son gelişmeler çok net göstermiştir ki artık uluslararasılaştırılmış ve bir misyon yüklenmiş PKK’nın bölge insanını, bir şekilde kontrol imkanı tükenmeye yüz tutmuştur. Öyle ki bu durum, Çözüm Süreci’nin etkili olduğu dönemde çok net olarak gözlemlenmiştir. Sürecin aleyhlerine işlediğini düşünen PKK ve türevleri içindeki bir kesimin, adeta “Yetişin arabulucular barışıyoruz!” diye feryat etmeleri ve son dönemlerdeki ilişkileri bunun önemli bir diğer kanıtıdır.
Söz konusu çevrelerin, bölgede oynanan satranç oyunu/güç mücadelesinin nereye doğru gittiğini doğru okuyamamaları bir tarafa, daha da ileri giderek ABD’nin Çözüm Süreci’nde “üçüncü göz” olmasını dillendirmeleri tam anlamıyla kendilerini ele verme ve stratejilerinin iflası anlamına gelmektedir. Batı’dan gelen dönemsel işbirliği tekliflerine hemen atlayan bahse konu çevrelerin, epeyi mesafe alınmış Çözüm Süreci üzerinden Suriye’de iktidar alanı devşirebileceklerini düşünmelerini ise Irak-Suriye eksenindeki “vekaletler savaşı”nı anlamamalarının bir sonucudur. Dönemsel hesaplarla Çözüm Süreci’nin yerine ikame edebilecekleri bir çıkış bulduklarını düşünmeleri ise gerçekten inanılması zor bir tespittir. Küresel medya ve onların yerli işbirlikçilerinin manipülatif haberleri ve algı yönetimi çabalarının peşine düşmeleri ise gerçekten manidardır. Ana gövde Kürt nüfusunun yaşadığı Yeni Türkiye ile karşı karşıya gelerek ve Irak Kürtlerini tehdit altında tutarak ortaya konan bu dönemsel hamlelerin bir geleceğinin olmadığını görebilmek için çok zeki olmaya gerek yok. Ancak söz konusu çevrelerin ideolojik ekseni, bugünlere kadar geliştirdikleri ilişkiler ağı beklentileriyle bölge gerçeklerinin çelişmesi sonucunu kaçınılmaz olarak, doğurmaktadır.
Son planda Yeni Türkiye ve bölgede silahlı terör örgütü yapılanmasıyla barınamayacağı çok açık olan bu örgüt, çözüm süreciyle birlikte yerini siyasi yapılara bırakması kaçınılmaz bir netice olacaktır. Nitekim, son zamanlardaki gelişmelere rağmen hükümetle ‘yol haritası’ üzerinden yeni mutabakatların hemen akabinde (muhtemelen Nevruz’da) “Silahsızlanma Kongresi” çağrısı yapmaya hazırlanan Öcalan, bölgedeki değişim sürecini temel esasları itibarıyla doğru okuyan duruşunu devam ettirdiğini bir kez daha ortaya koymuştur. Temel amacı demokratik siyasetin alanını genişletmek ve bunun yasal güvencelerini oluşturmak olan Çözüm Süreci’nin taraflarından hükümette kararlılığını her fırsatta dile getirmektedir.
Kamuoyunun desteğini büyük oranda arkasında gören hükümet, yaşananlardan çıkardığı dersle ‘kamu güvenliğinden taviz vermeden Çözüm Süreci’nin devamından yana irade ortaya koyarken Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ve Irak merkezi hükümetiyle ilişkilerini güçlendirerek yoluna devam etmek istemektedir. Keza Suriye’deki iç savaş sona ermeden içeride ve dışarıda kendi hedeflerine paralel adımlar atmada zorlanacağının farkındadır. Bu çerçevede stratejik ortağı ABD ile müzakerelerini sürdürmekte, yavaş ilerlese de bölge gerçekleri ve ortak çıkarları konusunda sonuca doğru yol almaktadır. Bölgenin geleceğiyle ilgili entegre planlar üzerindeki görüşmelere paralel olarak kısa dönemde, “uçuşa yasak hava sahası” ve “Tampon bölge” ihtiyacının aciliyeti konusunda ABD’ni iknaya çalışmaktadır. Âmâ Yeni Türkiye kadroları şunu da bilmektedirler ki ABD’nin Suriye ile ilgili politikası netleşmeden iki müttefik arasındaki önceliklerin farklılığı devam edecektir…
Son bir not: Tüm bu gelişmeler yaşanırken, hatta bu kaos ortamından yararlanan terör devleti İsrail’de radikal Yahudiler Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılarında sınır tanımazken “oyun kurucu” güçlerin stratejik mücadele çizgilerine; çatışma ve mutabakatlarına dikkat etmek gerekmektedir. Görünenlerin yanında görünmeyenlere, dip dalgalarının ne anlama geldiğini doğru okumamızın önemini fark etmeliyiz. Bu bağlamda İsveç’ten sonra, bağlayıcı olmayan meclis kararlarıyla da olsa İngiltere (hangi İngiltere sorusu önemli…), Fransa ve İspanya’nın da Filistin devletini tanıma kararları ve bunların devamının gelmesinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışmalıyız. Yani dünyada, özellikle de bölgemizdeki yeni denge arayışlarında yeni gelişmelerin habercisi ”sessiz adımlar”ın gündeme gelmesinin muhtemel olduğunu, her şeye rağmen, düşünmeliyiz.
.iktibasdergisi