Bizi vuran maskeli suratlar…

Ayşe Doğu

VAN 16.05.2013 14:04:50 0
Bizi vuran maskeli suratlar…
Tarih: 01.01.0001 00:00

“Kimi düşürsem içerime onunla yürüdüm hüzne

Ben ölümün ne zaman düşlerimden çekildiğini görsem

Kendime sığamam, yürürüm bilinmezliklerine yüreğimin

Mezar kokularından geçerim içime çekerek derin dünyayı

Sonumu bilmem, kolayca incinirim lakin

Verdiği ipuçlarından incinirim karçiçeklerinin

Yürürüm yoluna içerimden başlayan bir ırmağa doğru”

Selim Erdoğan

Reyhanlılar’a

Yıllarca bize Ortadoğu ve Balkanların en mükemmel, demokrasisinin İsrail olduğu, hatta demokrasinin beşiğinin de ABD olduğu ezberletildi. Çünkü Filistinlilerin sesi kısılmıştı ve İsrailli yerleşimcilerin silah kullanma yetkisi vardı. ABD son teknoloji silahları ve Bağdat’ı Ramazan’da vuran acımasız bombalarıyla yakıp yıkarken ümmeti de hizaya getiriyor ve akı kara göstertiyordu.

Senelerce cumhuriyetin çağdaş kadınları örnek gösterildi ama en idol cumhuriyet kadını Sabiha Gökçen’in Dersim’i bombaladığı gizlendi. Dersim’in kız çocukları subaylara yanaşma olarak verilerek ve sürülerek ve yetimhanelerde iğdiş edilmişti.

Senelerce Kürt sorunu diyerek Kürtler, başörtüsü sorunu denilerek inananlar tokatlandı ama onların avukatlığını yapan kimse olmadı. Çıkanlar da kendi dünyalıklarını çoğaltmak için çalıştı. Onların uğradığı zulümleri, şarkılarıyla dillendiriyor diye Ahmet Kaya linç edildi.

Yakın bir geçmişte İzmir’in kavakları değil, kızları üzerine bir söylem vardı, sanki Allah’tan gelen bir mesajı tekrarlıyor misali. Hala da bazı televizyoncular, İzmir dedikten sonra üç elif miktarı susuyorlar ki, İzmir’in ismi üzerine anlamı kendilerinden menkul bir hale kondursunlar ve bizim başka bildiğimiz bir gerçeği, bize tepeden bakarak saklayabilsinler!..

Şimdi de çarpık bir Hatay efsanesi yaratılmak isteniyor. Çağdaş, ilerici, örnek Hatay…

Ama bunun temsilcisi eli sopalı, ağzı küfürlü, tahammülsüz, bilinçleri faşist, demokrasi ve insancıllık timsali laf ebesi çağdaşlar… Ama bunların çağdaşlığı kimyasal silahlar, son model bomba ve silahlar, ilkel Guantanamolar inşa etmekten ibaret bir çağdaşlık! Bilmem ki, insan ölülerini vinçlerle toplarken ne kadar dünya ve medeniyet timsali olunabilir ve bilim buna nasıl cevaz ve destek verebilir?

Suriye’de devlet krizi ilk çıktığı günlerde bazıları, internette Esed’e haşa Allahlık atfederek kendinden geçerken; Suriyeli Müslümanlara yönelik ağza alınmayacak küfürler eşliğinde Suriye’nin Ortadoğu’nun en bi demokratik ve ileri devleti olduğu konusunda yemin billah ediyordu bu zevat. Hani bu onurlu kalkışmadan çok kısa süre önce Suriye’ye yolumuz düşmemiş olsa, bu kadar fütursuz ve kolaylıkla söylenebilen yalan beyan; İran’ın İslam devleti olması gibi yada Hizbullah’ın dini bütün insan ve adalet dostu olması gibi, bizim gibi saf insanları kandırabilirdi gerçekten –çünkü insan kendi penceresinden –gönül ve zihin penceresinden- dünyayı yorumlar…

Şimdi de aynı cahil cühela takımı, ağza alınmayacak küfürler eşliğinde mültecilere ağızlarından köpükler saçarak -tabi bir de Erdoğan’a- fırsatını bulunca da sopalarla saldırıyor ve Hatay-Reyhanlı’da terör estirerek hem insanlığını şeytana icraya vermemiş yerli halkı hem de adalet, kardeşlik ve insanlığı aramaktan başka yaslanacak hiçbir değeri olmayan mültecileri/insanlığın tanıklarını sindirmeye çalışıyorlar. Sırtında şarapnel parçasıyla evine saklanan Suriyeli kadın, -bu vahşi’lere haddini bildirmezsek- Allahın laneti olarak yeter de artar bile çocuklarımıza…

Esed ve eşinin o çağdaş batıcı görüntüleri de Suriye’nin yıkıntıları altında can verdi çoktan…

Şimdi Suriye Baasıyla senkronize seslendirilen bir tekerleme var: Hatay bilmem kaç medeniyetin beşiği…

Eyvallah da; o zaman, yerli Şebbihaların, elde sopa vatansız ve dahi insanlığa inancını yitirdi yitirecek kadar çok, gelmiş geçmiş Ademoğluna bile fazla gelecek kadar zulüm ve şiddete maruz kalmış bu gariban Suriyeli mültecilere, Allah yarattı, demeden Nazi misali, Siyonist misali, Haçlı misali saldıran ve hayatındaki bütün olumsuzlukların müsebbibi olarak Suriyeli mültecileri gören-gösteren Hataylıları nereye koyacağız?!.. Bunların bir de karanlık Ankara kulislerine uzanan ağbileri var ki; sırtlarını sıvazlayarak, kırmızı göstererek teşvik ve tahrik ediyorlar. Onların korumasını yapan yerel yöneticilerin haddini kim bildirecek ve cezasını kim verecek?

O bizim beğenmediğimiz aşiret ve bedevi düzeninde bile kendine sığınan için gerekirse ölmek vardır. Muhammed Esed 1914’te gezip dolaştığı Ortadoğu’da nerdeyse hiç para harcamadan ve can korkusu yaşamadan nasıl bir misafirperverlikle Müslümanlar arasında Ürdün’den Kudüs’e oradan Suriye ve Mısır’a nasıl da rahat dolaştığını anlatır “Ortadoğu’nun Romantik Olmayan Yüzü” adlı kitabında. Öyleyse: çağdaş düzen’ diye kutsadığımız değerleri yerle bir etmenin ve başa dönmenin vaktidir.

Canlarını kurtarmış olsalar bile o mülteciler ki; öyle dile dökülemez, insanlık dışı muamelelere şahit oldular ki şu son iki yılda, -bırakalım son kırk elli yılı- kalkıp Roma’yı değil dünyayı yaksalar yeridir ve el’an haklarıdır da ama yine de içlerindeki insanlık damarı onları celladına benzemekten alıkoyuyor.

Durum buyken; kim hangi hakla onları taciz edebilir? Hürriyet gazetesi, hangi hakla-hukukla mültecileri kötülemek için Suriye’den özel olarak gönderilen ve onların yerli besleme Baasçı-Şebbiha elemanları tarafından kötü örnek olsun diye, yaptıkları taşkınlıkları durup durup gündeme getirerek mültecileri karalayabilir. Onları hayvan ağılı misali -Kılıçdaroğlu’nun son grup konuşmasında uygun gördüğü- kamplara tıkmayı, mümkünse de Dersim’de mağaralarda itlaf edilen insanlar misali fırsatını bulunca Esed’in yaptığı gibi bombalarla yok etmeyi savunabilir?.. Onların her bir mahrumiyeti bizim ruhlarımızın, akıllarımızın ve bedenlerimizin tutsak edilmesi değil de nedir?

Patlayan bombalar, ölen ve yaralananlar, bu olayın vehameti noktasında devede kulaktır. Sonuçta inancımız bize dünyanın fani olduğunu zikreder. Reyhanlı halkı mültecilere kucak açtığı için cezalandırılırken burada asıl ihmal ve ihanet sopalı faşistlerin elini kolunu sallayarak gezmesi/gezebilmesidir, Reyhanlı sokaklarında… Orada bir sürü mülki amir varken hatta din adamları, müftüler, öğretmenler; önümüzdeki manzara sahipsizliğidir Reyhanlı’nın.

Düzen üretmeyen, düzenin değil kaosun sözcülüğünü yapan, kaosun mükafatlandırılması şeklinde cereyan eden bir meşruiyet tarzıdır cari olan şu an Hatay’da. Ve gerçekten barışçı, kardeş Hatay’lıların asla hak etmedikleri bir leke ve cezalandırma biçimidir bu!.. Her defasında -dün PKK saldırıları olarak anıyorduk bu kaos düzenini- milletin değil, suçlunun yanında olan hukuk ve düzen... Hani Almanya’da öldürülen Türklerin ailelerine arkasını dönen Nazinin müdafii görüntüsü veren devletlüler…

Sorun buradadır uzakta değil!

Acıları kalplerimize gömerken ve içimiz kan ağlarken; MHP akil insanları mahkemeye verebilmişken, CHP’nin Kılıçdaroğlu’su; gözlerinin içi gülerek -Erdal bakkalın dansı gibi dans eden gözleriyle- o terörist’ mültecileri’(!) kamplara tıkmaktan bahsederken, ölen masumlara mı yanalım, ölüm makinalarından, cehennem ateşinden kaçarak Reyhanlıya Hatay’a Anteb’e Ürdün’e Lübnan’a vs. sığınan mazlumlara mı?

Ve hepsi yad ellerde bilmedikleri bir dünyada, akıllarının ve sevdiklerinin bir bölümü ya öldürülmüş ya da can pazarında Suriye’de olan ve ersiz, aşsız, kimliksiz, kendini savunmaktan aciz, feryadını duyurmaktan aciz, ev sahipleri tarafından, işverenleri tarafından, koruyucusu olması gerekenler tarafından sömürülen, körfezin yaşlı petrol zenginlerine meze edilen gencecik kızlarının ahı ve utancı göğe yükselen, şiddetin ve dehşetin tanığı çocuk gözleriyle bize bakan o handiyse modern zaman cüzzamlılarını nerelerde saklasak da vurdumduymazlığı örtsek telaşı…

Halbuki şimdi onların canı, namusu, dini, geleceği bize zimmetlidir… Artık onların ve bizim kaderlerimiz kesişmiştir...

Ama bu kaderdaşlık; hükümetin dış politika argümanları dolayısıyla değildir. Ve hükümet aksi yönde -İran gibi- bir eğilim içinde olsaydı da ne eksilir ne de artardı sorumluluk ve kaderdaşlığımız…

Sadece insani duyarlıklarımız ve aynı gemide olmamızın doğal sonucudur bu duruş…

Kirlenen adımızı temizlemeye, insanlık onurunu savunmaya, insanı ve can’ı -ölüsü de, dirisi de, bitki hayvan ayrımı demeden- insani varoluşumuzu ve medeniyetimizi korumaya yazgılı insan tözümüzdür bize Allahın üflediği... Bu noktada dışsal hiçbir argüman bizi bu duruştan azade kılamaz, kaytarma vesilesi olamaz. Ne çocuğumuzun dersane taksidi, ne hayalini kurduğumuz güzel gelecekler, lüksler ve akılcı gerekçeler... Hiçbiri, ama hiçbiri, ortağı olduğumuz suçlardan ellerimizdeki kanı silemez!

Başlarına gelen ve anlatamadıkları onlarca haksızlığın düğümlediği boğazları ile ülkelerindeki canilerin uzantılarının şiddet ve nefret yüklü saldırıları arasında serseme dönen mültecilerin handikapı bizim de imtihanımızdır şimdi.

Türkiye’nin dört bir tarafına dağılmış ve yaralılarına ilaç, dertlerini anlatacak yetkili bir merci, merhametli bir kucak bulamayan, acem işi kirli bir siyaset oyununun malzemesine dönüştürülerek acıları hiç ve iç edilen, kendilerini kovalayan heyulalarla burada da savaşmak zorunda bırakılan, yaralarını saracak ortam oluşturulamayan yorgun ve yalnız, insanlık adına acı çeken ruhlar...

Ve dahi insanı yücelten değerleri vazeden dinlerin, medeniyetlerin, geleneklerin, geçmişin, bugünün, şarkının, türkünün vs. koruyucu kalkanı nerede ve nasıl rehin ve bilmem kaçıncı uykusundadır?

Not: Uludere’nin failleri açık yüreklilikle ve hızlı bir şekilde hukuk önüne çıkarılabilseydi, bürokrasi ve hukuk ortak yapımı Reyhanlı vahşeti önlenebilirdi. Mazlumu yeren, gözü dönmüş caniyi kollayan vesayet düzeni dize getirilmeden demokrasi yerleşemez kadim Anadolu’muzda ne yazık ki. Bütün onurlu insanlar için tehdit arzeden karanlık yapılanmaların tarihsel izdüşümüne tanıklık için sıra dışı Osmanlı aydını Ahmet Mithat’ın Musullu Süleyman’ı adlı eseri iyi bir okuma olabilir.