Bireysel ve toplumsal hastalıklarımıza merhem ; HACC

Yaşar Değirmenci

VAN 12.09.2017 10:43:06 0
Bireysel ve toplumsal hastalıklarımıza merhem ; HACC
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Hacılarımıza 'hoş geldiniz'  derken hissiyatımı da paylaşma ihtiyacındayım. Rabbim Haclarını makbul ve mebrur olanlardan eylesin. Gidemeyenlere, bunun hüznünü taşıyanlara da 'gitme yolu' nasip eylesin.

 

Hac, kişinin kendisiyle milletiyle, ümmetiyle barışma ameliyesidir. Kendisiyle barışık olmayan, herkese ve her şeye kızarken, devamlı başkalarıyla meşgul olurken görürsünüz.İçindeki kavgayı dışarı taşırken kendisinden kaçmakta, kendisiyle yüzleşememekte, kendisini hesaba çekemekte. İşte Hac, içe dönmenin, içe/öze yolculuğun adıdır.

 

Dostlarıyla dalaşanların düşmanlarıyla savaşamayacaklarını unutmayalım.

 

Günümüzde ümmet lidersiz kalmıştır. Bu durum haccın bir boyutunu hep noksan bırakmakta, bu yüzden de hacdan beklenen sosyal netice bir türlü istihsal edilememektedir. Yaşlı,zor yürüyen, maddi/manevi hastalıklı, İslâm düşmanı Papanın, Hıristiyan âleminin liderliğini yaptığı bir dünyada Ümmetin başsız olmasının da halledilmesi elzemdir. Rasulülah Efendimizin vefatında, cenazenin defin ve diğer yapılması gereken işler ümmetin lideri seçildikten sonraya bırakılırken bizlerin hiçbir olaydan ibret almadan, düşünmeden bugünü âyet ve hadislerin ışığında değerlendirmeden hangi meselemizi çözebiliriz?

 

Ümmetin bir araya geldiği en büyük ibadet, aynı zamanda ümmetin kongresi de değil midir? Her tavafta, her arafat’ta her mahşer gününü hatırlatan içtimada ümmetin/milletlerin/devletlerin vaziyeti nasıl düşünülüp dua edilmeden içtiği ve getireceği zemzemle, yediği ve getireceği hurma ve basit hediye adı verilen ‘cıncık/boncuk’la sorumluluklarımızdan kurtulabilir miyiz?  

 

Mekke’de açtığın yeni sayfayı kirletmemeye gayret et. Kalbin geniş, yüzün nurlu olsun.

 

Sakın riyaya bulaşma. Haccı öveceksin diye kendini öne çıkarma taktikleri yapma.

 

Mescitleri mekân edin, namazı cemaatle eda et. Nafileleri ihmal etme.

 

Zühdü ilke edin. Zühd, dünya işlerini terk etmek değildir. Zühd, dünyaya meyletmemektir. Parayı kalbine değil kasana koymandır. Bir camiye kapanıp gün boyu namaz kılarak zühde girmiş olmazsın. Yine ticaret yap, fabrikanda çalış. Ama yeğlediğin, ahiret yurdu olsun. Allah’a itimadın sonsuz olsun.

 

 Kâbe, insanlığı kula kulluktan Allah''a kulluğa çağırmakla insanın özgürlük ve güvenlik meselesine kesin bir çözüm yolu gösteriyordu. 

Bu yola giren kesinlikle gelecek için kaygı duymaz geçmiş için de üzüntü duymazdı. Çünkü Allah''a teslim olan üzülecek hiçbir iş yapmadığı gibi kaygı duymayacağı bir akıbetle müjdelenirdi. Kabe’nin mesajını hac dönüşümüzde emanet taşıyan Mü’minler olduğumuzun şuurunda yaparız.

 

Emanetini taşımaya çalışacağımız Kâbe, başta insanın nefsi emmaresine karşı olmak üzere, tutkularına, ayartıcı zaaflarına ve esir edici şehvetine karşı kıyam yeridir. Beytu''l-Haram,bütün şeytanî güçlere, onların yaltakçılarına, zalîmlere ve sömürücülere karşı kıyam yeridir.

 

Müminin gayesi, bütün dünyanın harem olması için gayret göstermektir. Hacca giden her mümin, savaş alanına dönen dünyada, her insan,  bulunduğu yeri canın, malın, ırzın,neslin ve inancın korunduğu, insana insanca davranıldığı, tabiata tecavüzün olmadığı, aksine hayvanların, taşların ve toprağın dahi hürmet gördüğü bir harem yapılmanın mücadelesini vermelidir.

 

Ahlâkını yüceltmeye devam et. Gözünü, kulağını haramdan koru.

 

Kur’an tilavetini ihmal etme. İlim meclislerine katıl. Kesinlikle hadis oku, fıkıh oku. Bir tefsir dersi takip et. Böylece ibadetler âdetleşmez, âdetler ibadetleşmez!

 

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

 

‘İşler, sonuna göredir.’ Büyük bir gayretin boşa çıkması, biriktirdiklerinin heba olması ne büyük bir afet olur. Hac en büyük yatırımlardandır. Onu korumak, onunla ölmek

hedefin olmalıdır. Hiç ara vermeden Allah’ın rızasını kazanacak işlere yoğunluk ver.

 

Haccı eda ettin, yolun açıldı. Mola verme. Kendini ibadetten emekli olmuş biri zannetme. Asıl şimdi gayret zamanıdır diye düşün.

 

Uluslararası şer odaklarının, haccın taşıdığı bu muhteşem potansiyeli, Müslümanların birçoğundan daha iyi fark ettiği bir gerçek.

 

Bizler, Kâbe'ye yolculuğun fıtrattan uzak yaşayışın revaç bulduğu bir dünyada, fıtratımıza doğru yolculuk yaptığımızın şuurunda olsak yeter!

 

Kendi kendisinin farkında olan ve hemen fark edilen bir şuur. Sahibini sürüden biri olmaktan çıkarıp şahsiyet kılan bir şuur. Mutlaka bu şuur, hac vesilesiyle kazanılmalı.

 

Oruç, “insanda Allah’a karşı sorumluluk bilinci uyandırırdı” (2.183). Zekât, “insanı ve toplumu arındırır ve temizlerdi”. Hac, “insana ayakta durmayı, kıyamı, direnişi, başkaldırıyı öğretirdi” (5.97). Bütün bunlar suç, günah, anarşi, haksızlık, zulüm, saldırganlık, tahakküm, zillet, meskenet, tembellik, cehalet, mutsuzluk, umutsuzluk ve daha birçok illetin dermanıydı. İbadetlerin zâyi edildiği, dünyevileşme hastalığından kıvranan insanımıza Namazı yeniden kazanmak/kazandırmak gerek. Orucu, zekâtı yeniden kazanmak gerek.    Özellikle haccı yeniden kazanmak gerek.

 

İbadetler içerisinde haccı, peygamberler içerisinde Hz. Muhammed aleyhisselama ve semavi mesajlar içerisinde Kur’an’a benzetebiliriz. Nasıl ki Peygamber Efendimiz her peygamberin en güçlü özelliklerini kendinde birleştiren bir şahsiyet, Kur’an-ı Kerim de  bütün vahiylerin özünü bünyesinde barındıran bir hitapsa, hac da bütün ibadetlerin özünü bünyesinde birleştiren apayrı bir ibadettir. Hac, belli zamanlarda ve belli mekânlarda yapılan rükünleriyle zaman şuuru ve mekân şuuru kazandırır. Haccın, hem namaz ve oruç gibi bedeni, hem zekât gibi mali, hem Cuma ve cihad gibi sosyal ve siyasi bir ibad tarafı vardır. Bu üç boyutu böylesine vurgulu bir biçimde bünyesinde toplayan tek ibadettir. Bu sebepledir ki Peygamberimizin dilinden diğer hiçbir ibadet için verilmeyen müjdeler hac için verilmiştir. Ne var ki bir tek şartla: Makbul olması, mebrur olması, yani kabul görmüş olması şartıyla.

 

Bireysel ve toplumsal hastalıklarımıza merhem, meselelerimize/problemlerimize çözüm olan ibadetlerin yeniden kazanılması, ancak yeni bir bilinçle mümkündür. İbadetleri kaybettik. Peygamberimizin daha o günden “namazı kaybedecekler” mucizevî haberinde olduğu gibi namazı kaybettik. Orucu kaybettik. Zekâtı kaybettik. Haccı kaybettik. Bayramı kaybettik. Kurbanı kaybettik. Namaz kıldık, oruç tuttuk, ama ruhunu kaybettik. Rasulüllahın

diliyle “yanımıza sadece yorgunluğumuz ve açlığımız” kaldı. 

 

Sevinirken, en neşeli halimizde de olsa ‘nefs muhasebesi’ yapmayı hiç unutmayacağız. 

 

 Hac, tek kelimeyle muhteşem bir ibadet! Böyle bir ibadetin bize verdiği/kazandırdığı şuuru İnşaallah hiç kaybetmeyeceğiz. Dönüş yolculuğumuz, mutlaka gidiş yolculuğumuzdan farklı olacak/olmalı. Fark edilir hal/fark edilir kulluk bizi ‘üsveyi hasene’ (örnek kulluğa) götürür.

 

“İnananlar muhakkak kardeştir” emri ilahisinin yoludur bu yolculuk. Topluca ‘Allah’ın ipi’ne sarılmanın yolculuğundan döndüğümüzü de unutmayacağız.

 

Gidemeyenlere de o hasret, heyecan, aşk ve şevk içinde gönül dünyalarıyla Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de bulunma duygu ve düşüncelerini kaybetmemeleri için dua edelim.

 

Bu yolculuğa çıkanların şuurlu bir yolculuk yaparak dönecekleri, Rabbinin rızasını kazanarak makbul ve mebrur bir hac vazifesini ifa ettikleri, duygu, düşünce ve dualarımızla bu niyet, temenni ve niyazlarımızla karşılarız İnşaallah…