Batın ve Batıni Mana (2)

Bekir Çöl

VAN 22.02.2018 09:29:17 0
Batın ve Batıni Mana (2)
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Sofiler Batın ilminin üstünlüğünü eserlerinde açıkça ifade ederler. Gazali, Zahir ilmine kabuk, Batın ilmine öz nazarıyla bakar. Sofiler, Zahir ilminin eğitim, öğretimle, Batın ilminin ise keşif ile elde edildiğini söylerler. Bu şekilde belli bir silsile ile Hz Peygamberden veya özel olarak naslardan çıkarılan manalardan bilgiler gibi, İlham ve keşif yoluyla vasıtasız olarak direk Allah’tan alınan bilgilere Batın ilmi denir. Nitekim İbn Arabî, “ Veliler bilgileri Peygambere vahiy getiren meleğin aldığı kaynaktan alırlar” derken O, bu hususu belirtmiştir. (Füsus, s. 54) İbn Arabî “Füsus’ül Hikem’in” her başlığına koyduğu hikmet sözü ile Batın ilmini kast eder. Gazali, Batın ilmini ikiye ayırır, birine muamele ilmi, diğerine ise mükaşefe ilmi der. Birincisinden eserlerinde sıkça bahsederken, ikincisinin kitaplara yazılmasının ve ifşa edilmesinin caiz olmadığını ifade eder. (İhya, 1. 20–23)

Batın ilmini geniş şekilde Gazali, “İhya’ül Ulumiddin” isimli eserinde anlatmıştır. Yine Serrac’ın el Lüma’sı ve Ebu Talip el Mekki’nin “Kutül Kulup” adlı eserleri bu konuda önemli kaynaklardır. Gazali, Namaz, Oruç, Hac, zekât ve Kuran okumak gibi bütün ibadetlerin bir zahiri, birde Bâtıni yönlerinin olduğunu söyler; Mesela, zahiri amel, Bâtıni amel, zahiri hüküm, Bâtıni hüküm, zahiri edep, Bâtıni edep, zahiri temizlik, Bâtıni temizlik gibi ikili ayırımlar yapar. Ona göre Rükû’un zahiri manası eğilmek, Bâtıni manası saygı göstermektir. Zahiri mana beden, Bâtıni mana ise Ruh gibidir. 

Gizli ve Bâtıni ilmi kabul gördükten sonra, bu konuda farklı kanata sahip insanlar zaman-zaman “Şathiyat” türünden taşkın sözler söylemeye ve bunları batın ilmi olarak takdim etmeye başladılar. Ancak bu tür taşkınlıklar, bütün zahir âlimleriyle, birçok mutasavvıf tarafından İslam’ın zahiri hükümlerine ve temel esaslarına aykırı bulunarak reddedilmiştir. Nitekim tasavvuf büyüklerinden Ebu Said el Harraz, Hücviri, Gazali, Sühreverdi “Zahire aykırı düşen her Batın batıldır” demişlerdir.

Zahir ve Batın imi konusunda fikirlerini net olarak ortaya koymadıkları için Sülemi, Gazali ve İbn Arabî Bâtınilikle suçlanmışlardır. Diğer taraftan, çeşitli kaynaklardan, özellikle Bâtınilikten, Şiilikten, İhvanı Safa ve yeni Eflatunculuktan gelen tesirlerin “ Batın ilmi” ve “Nass’ların Bâtıni manası” adı altında İslam’a girmesine ve bazı muhitlerde kabul görmesine vesile olmuştur.

Bu konuda İsmailiye mezhebi ile mutasavvıfa arasındaki fark şudur. İsmiliyyede de, nass’ların zahiri ve Bâtıni manaları vardır; ancak geçerli olan Bâtıni manadır. Zahir, sadece Avam ve Ehli zikir için geçerlidir. İsmaliyye mensupları kendilerini zahiri mana ile yükümlü saymazlar. Buna karşılık Tasavvuf ehli, nass’ların hem zahiri, hem de Bâtıni manasına itibar ederler. Onlara göre “Zahiri mana Hak, Bâtıni mana hakikattir.

Batın ilminin varlığı daha çok Gazali’den sonra ve onun etkisiyle zahir uleması tarafından benimsenmiştir. Ancak Kelamcılar bilginin kaynağı olarak akıl ve beş duyuyu, vahiy ve ilhamı kabul ederler. Fakat Gazali, Razi, Amidi gibi son devir âlimleri bilginin kaynağı olarak keşif, ilham ve Bâtıni ilmi kabul ederler. Ama bu tür sübjektif bilgiyi vehim ve kuruntulardan ayırmak için, bunların kitap ve sünnete uygun olmasını şart koşarlar. Taftazani’nin “İlhamla ilim hâsıl olursa, bu ilim herkes için delil teşkil etmez” sözü Kelamcıların ortak kanaatini teşkil eder. 

 “Batı ilmi Allah’ın sırlarından bir sırdır ve onun hükümlerinden bir hükümdür. Allah bu ilmi velilerinden dilediğinin kalbine atar” anlamında bir hadis zikrederek, bunun uydurma olduğunu söyleyen İbn’ül Cevzi, Batın ilmiyle ilgili daha başka rivayetleri de tenkit eder. İbn Teymiye, Batın ilmini “İmanın gizli hakikatlerini bilmek” diye tarif eder. “Batın ilmini direk Allah’tan aldığını” söyleyen İbn Arabî’yi, Teymiye “Mülhit’likle” suçlamıştır. Gazali’nin de “Mişkatül Envar” isimli eserinde ki fikirlerinden dolayı “Sofilerin gizli bilgilerini vahye denk tutmakla suçlamıştır. Haris el Muhasibi, Kelepazi, Kuşeyri, Hücviri ve Gazali gibi Sünni mutasavvıflar Kuran’ı Kerim ve Hadisi Şerif çerçevesinde kalan Batın ilmini kabul ederler. Bunu da nass’ların manasını derinleştirmek olarak anlarlar.

 

Tasavvuf üzerine yaptığı çalışmalarıyla İslam’ın aydınlık yüzünü perdeleyen bidat ve hurafeleri tek-tek ortaya koyan ve İslam’ın ana caddesini silip- süpüren Celalettin Vatandaş, “Vahiyden Kültüre” isimli eserinin Bâtınilik konusuna da ışık tutuyor ve şunları söylüyor: “Batını yorum ve tefsir adı altında İslam nass’larını çarpıtan, değiştiren anlayışın İslam’la ilgisi olamaz.” Tespitini yaptıktan sonra şöyle devam ediyor: “Genel olarak kabul edildiği gibi nass’ların Bâtıni manası olsa bile bu anlamın doğru kabul edilebilmesi için şu şartların bulunması gerekir:

1- Bâtıni mana zahire muhalif olmamalı,

2- Başka bir nass’ta bu Bâtıni mananın doğruluğuna delil bulunmalı,

3- Bu Bâtıni manaya Şer’i veya akli delillerden muhalif bulunmamalı, 

4- Ulaşılan Bâtıni mananın tek ve gerçek olduğu iddia edilmemeli. (İşari tefsir,21) Bunlar olması gereken temel esaslardır. Eğer bu ve benzeri esaslar dikkate alınmazsa, dinin ölçüsü ve özelliği kalmaz. Böylelikle neyin İslam, neyin küfür olduğu anlaşılmaz veya Küfür, İslam adı altında yaşama fırsatı bulur. Hiç kimsede kişisel istek ve arzularla Bâtıni manalar ileri sürmeye yetkili değildir. Çünkü “İlahi emirler” Havassın zihni ve akli bulgularını tatmin etmek için değil, amme tarafından anlaşılmak için vaz edilmiştir.”