Başkanlık dayağı

Konu, Turgut Özal döneminde de tartışıldı.

VAN 28.01.2015 10:34:50 0
Başkanlık dayağı
Tarih: 01.01.0001 00:00

Yıllar, yıllar önceydi. Henüz ortaokul 3. sınıf öğrencisiydim. Çocukluktan gençliğe geçiş dönemindeydim… 

Büyük hayaller peşinde koşuyor, ağabeylerimi izliyor, öğrenci hareketleri içinde safımı belirlemeye çalışıyordum. Sol, aldığım değerlere tersti. Çankaya Büyük Ülkü Derneği’ne gidip gelmeye başladım. 
Sürekli seminerler veriliyor, hiçbirini kaçırmamaya çalışıyordum. Bizlere “Başkanlık Sistemi” anlatılıyor, Türkiye’nin ilerlemesi, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasının reçetesi olarak gösteriliyordu. 
Bir gün Alparslan Türkeş’in verdiği konferansa katıldım; O da Başkanlık Sistemi’nden uzun uzun bahsetti. Türk Milleti’nin yapısına en uygun sistemin ve ilerlememiz için “olmazsa olmazlardan” biri olduğunu söyledi. Yazdığı “Temel Görüşler” kitabını ve “Dokuz Işık”ı okudum. Onlarda da Başkanlık Sistemi vardı. 
Söylenenler de yazılanlar da doğruydu, inandım. Sonra, öğrendiklerimizi biz anlatır olduk… 
Liseye geldiğimde daha da ileri gitmiştik. Elimizde boya kovaları ve fırçalarla sokaklara-caddelere yazılar yazmaya başladık. O dönemde iki ayrı Meclis vardı. Yasama faaliyetleri, milletvekillerinin yanında senatörler tarafından yürütülüyordu. 
Ankara’da Esat Caddesi’ne boydan boya ve bir hayli özenerek, “Tek Meclis, Tek Başkan” sloganını yazdım. 
Sonrası kötü oldu tabii… 
Çevremi bir anda polisler çevirdi. Boyayı asfalta döküp, fırçayı bir evin bahçesine attılar. Beni de yaka paça araca bindirip karakola götürdüler. Diğer arkadaşlarım erken davranıp kaçmışlardı. 
O gece Küçük Esat 27 Mayıs Karakolu’nda nezaretle tanıştım. Sıkı da sopa yedim. “Tek Meclis, Tek Başkan ha” diyen tokadı basıyordu. Sabaha kadar hırpaladılar ve gün ağardıktan sonra “Hadi git” deyip demir parmaklıkları açtılar. 
Bir gün de İstanbul Selimiye’de aynı sloganı yazarken polisleri karşımızda gördük. Ama tecrübeli olduğumuzdan bu defa yakalanmadık. Sadece bir binanın arka bahçesinde yeşillikler içine girip saatlerce saklanmak zorunda kaldık. 
Demem o ki… 
Başkanlık Sistemi’nin benim hayatımda ayrı bir yeri var. Neredeyse kısa pantolonlu günlerimden bu yana “Başkanlık Sistemi” diyorum. Bu uğurda mücadele verdim, sopa bile yedim! 
Bugün MHP, dün Alparslan Türkeş’in hararetle savunduğu Başkanlık Sistemi’ne karşıymış, Devlet Bahçeli yerden yere vuruyormuş, bu onların sorunu. Ben o günden bugüne aynı yerdeyim. Bu ülkenin Başkanlık Sistemi’ne ihtiyacı olduğunu savunmaya devam ediyorum. 
* * *
Konu, Turgut Özal döneminde de tartışıldı. Süleyman Demirel de bir dönem “Türkiye’nin Başkanlık Sistemi’ne ihtiyacı olduğunu” söyledi. Başka pek çok isim de “Başkanlık Sistemi” dedi. 
Hemen karşılarına engeller konuldu… 
Türkiye çok zaman ve kan kaybetti. Ülkenin bürokratik ve hantal yapısı bu günlere kadar devam etti. Şimdi, Başkanlık Sistemi’ne her zaman olduğundan daha yakınız. İçinde bulunduğumuz hantal yapıdan kurtulma şansını yakaladık. Ama dün olduğu gibi bugün de elde takoz, tekerin dönmesini, hedefe ulaşılmasını engelleyenler var. 
* * *
Anayasa’mızın 8. Maddesi, yürütme yetkisinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından kullanılacağını söylüyor. 
Uyum olduğu müddetçe problem yok. Teker iyi-kötü döner. Ancak, biz uyumsuzluk halinde ülkenin neler çektiğini gördük. Ciddi sıkıntılar yaşadık, büyük ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldık. 
Üstelik, artık Cumhurbaşkanı’nı halk seçiyor. Bundan böyle halka taahhütlerde bulunan ve o sözleri yerine getirmek için çalışacak Cumhurbaşkanları dönemi başladı. Bugün olmasa da ileride çekişmeler ve çatışmalar yaşanması kaçınılmaz. 
Kimse kusura bakmasın ama böyle bir lüksümüz yok. Bunu önlemenin ve Türkiye’nin önünü açmanın tek yolu Başkanlık Sistemi. Buna mecbur, hatta mahkûmuz.