“BARZANİ ISRAR EDERSE ÇARŞI KARIŞIR”

Suriye’de operasyona girişmek yerine sınırın temizlenmesinin daha faydalı bir iş olacağını söylerken, Ankara’nın IKBY’deki bağımsızlık referandumuna dair tutumunu ‘inandırıcı bulmadığını’ belirten Barış Doster, “Türki

VAN 20.09.2017 10:13:58 0
“BARZANİ ISRAR EDERSE ÇARŞI KARIŞIR”
Tarih: 01.01.0001 00:00
Sputnik/ Ceyda Karan
Türkiye’nin güneyindeki Suriye ve Irak’taki son gelişmelerle gerilimin dozu artıyor. Ankara, Rusya’nın öncülük ettiği Astana sürecinde İran’la birlikte garantör ülke olarak, Suriye’deki dördüncü çatışmasızlık bölgesinin İdlib’de kurulmasında uzlaşırken, olası operasyondan söz ediliyor. Diğer yandan da Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) 25 Eylül olarak açıklanmış bağımsızlık referandumu tarihi yaklaştıkça tepkilerin düzeyi de artıyor.
Astana süreciyle Suriye’de oluşan yeni durum ile IKBY’deki gelişmeler karşısında Türkiye’nin pozisyonunu Marmara Üniversitesi’nden Doç. Barış Doster ile konuştuk.
‘ASTANA’NIN ÖNEMİ’
Barış Doster, Rusya, İran ve Türkiye arasında varılan Astana uzlaşmasının sahada dengeleri yeniden tesis ettiği görüşünde. Bu uzlaşmayı Ankara’nın Şam yönetimini dışlayarak sonuç alınamayacağının teslimi olarak koyan Doster, Türkiye’nin dış politikada hem Suriye hem de Irak’ta ‘duvara tosladığı’ tespitini yaptı:
“Astana uzlaşması Türkiye açısından, Rusya ve İran’ın sahadaki üstünlüğünü kabul anlamına geliyor. İkincisi; Suriye sahasında Esad’ın artık inisiyatif sahibi olduğunun ve Esad’ı dışlayarak, kendisini muhatap almaksızın çözüme varılamayacağının Türkiye tarafından itirafı ve ifadesi anlamına geliyor. Üçüncüsü de; Türkiye’nin şimdiye kadar izlediği yanlış dış politikanın gerek Irak’ta gerek Suriye’de artık duvara tosladığını ve Türkiye’nin bölge ülkelerinin, özellikle ve öncelikle komşularının onayını almadan yeniden oyuna dönemeyeceğinin itirafı ve ifadesi anlamına geliyor.”
‘FIRAT KALKANI HAKLIYDI AMA STRATEJİK HEDEFİ YOKTU’
Fırat Kalkanı Harekâtı’nın en başında beri haklı olduğunu fakat geciktiğini belirten Doster’e göre harekâtın stratejik bir hedefi yoktu ve sahada seçilen askeri müttefikleri baştan aşağı yanlıştı. Doster, bugün de olası bir operasyonda geçmişte işlevsizliği onaylanmış ÖSO’ya dayanmanın sakıncalarına şu sözlerle dikkat çekti:
“Eğer bir siyasal ve stratejik hedef yoksa askeri başarı ne kadar büyük olursa olsun, askeri başarı oranında bir siyasal hedefe ulaşılamaz. Bu Fırat Kalkanı Harekâtı sonrasında görüldü. Diğer yandan, Özgür Suriye Ordusu denen yüzde 70’i ‘çapulculardan’ oluşan, hiçbir savaş kabiliyeti olmayan, güvenilmez bir güruh ile hareket etmenin Türkiye’ye ne askeri ne de siyasi getirisi oldu. Pek çok askeri uzman, köşe yazarı ve uzman da, ÖSO’nun savaş kabiliyeti yoksulluğunu sıklıkla köşesine taşıdı. ÖSO denen güruhun, Mehmetçiğin ele geçirdiği ve kendisine emanet ettiği toprakları, köyleri Mehmetçik arkasını döndükten sonra ama IŞİD’e ama PKK-PYD’ye hatta bazen de Suriye rejim güçlerine bırakıp, silahıyla beraber firar ettiğini gazeteler yazdı. Bütün bu deneyimler ortadayken, Türkiye’nin bir kez daha ÖSO ile hareket etmesi, hem Suriye’nin İran’ın hem de Rusya’nın güvenini almak, eğer bir miktar güven alınmışsa, bu güveni pekiştirmek manasında Türkiye’ye çok ciddi sıkıntı doğurur. Hem de Türkiye’nin askeri anlamda hiçbir savaş kabiliyeti olmayan ÖSO’ya ihtiyacı yoktur. Özellikle iktidara yakın birileri, ‘ Bu vekâleten savaşta, elimizde bu araç var elimizde başka bir enstrüman yok’ diyorlarsa, bu bir acziyetin, kabiliyetsizliğin, politik-diplomatik miyopluğun ifadesidir. İslamcı güruhlarla, Selefi-Tekfirci-Vahabi yapılarla bir zamanlar çok yakın olmak, Sabık Başvekil’in ifadesiyle, ‘Bunlar bir avuç öfkeli çocuklar’ diyerek, onları allamaya pullamaya kalkışmak, onlar Türkiye Cumhuriyeti Musul Başkonsolosu’nu ele geçirdiklerinde, ‘Bizim diplomatlarımızı aileleriyle misafir ediyorlar’ diyerek olayı yok saymak, şirinleştirmek Türkiye’nin hem Irak hem Suriye’de elini zayıflattı.”
‘TÜRKİYE SURİYE SINIRINI GÜVENCE ALTINA ALMALI’
Türkiye’nin Suriye sınırını güvece altına almasının bölgedeki aktörler için atılacak en olumlu adım olduğunu ifade eden Doster’e göre Türkiye bundan sonra eteğindeki taşları dökerek, daha akıllıca bir dış politika izlemeli:
“Türkiye’nin bu aşamadan sonra bir başka ülkenin toprağında savaşmak gibi zor bir işe kalkışmaktansa, hem Şam’daki meşru hükümete hem de kendisine yapabileceği en büyük iyilik, en büyük siyasal jest ve en önemli askeri destek Türkiye ile Suriye arasında 911 kilometrekarelik sınırı tam anlamıyla güvenliğe almaktır. Bunun dışında, çatışmasızlık bölgesiymiş, güvenlik bölgesiymiş, uçuşa yasak bölgeymiş gibisinden Suriye’nin orada elini zayıflatacak, öncelikle terör örgütlerinin cirit atmasına zemin hazırlayacak, devamında istenmeyen bir özerkliğin yolunu açabilecek, son kertede de Suriye’nin bölünmesiyle noktalanabilecek böyle adımlar atmaktansa, hiç bu işlere girmemek gerekiyor. Buna Rusya, Türkiye ve ABD destek veriyor fakat İran karşı çıkıyor. İran son derece esnek bir diplomasi ile yakın zamana kadar karşı çıktığı çatışmasızlık bölgelerine şimdi girdi ve böylece bu bölgelerde muhalefet şerhi düşerek, inisiyatif sahibi oldu. Türkiye’nin de, artık akıllı bir diplomasi ile eteğindeki taşı döküp, hiçbir komplekse kapılmaksızın gereken öz eleştiriyi verip, Türkiye-Suriye sınırını güvence altına alması çatışmasızlık bölgelerinin getireceğinden çok daha fazla büyük kazanım olur. Bu durum, bizim ülkemizde sığınması konumunda olan Suriyelilerin de ülkesine dönmesinin en önemli vesilesi olur.”
‘TÜRKİYE ASTANA’YLA İLGİLİ BAŞTA GELGİTLER YAŞADI’
Türkiye’nin Rusya ile varılan anlaşma sonrası Astana masasına en başında çelişkilerle oturduğunu belirten Doster, bundan sonra Suriye sahasında atılacak her adımın Esad’ın onayı ile belirlenmesi gerektiğini ve çatışmasızlık bölgelerine çok fazla güvenilmemesi gerektiğini vurguladı:
“Suriye’de Rusya’nın inisiyatif sahibi olduğu, Irak sahasında da ABD’nin inisiyatif sahibi olduğu görülüyor. Adeta taraflar bunu dolaylı yollardan kabullenmiş de bulunuyorlar. Moskova Zirvesi’nin hemen ardından, —ki bu Rus büyükelçisinin Ankara’da öldürülmesinden hemen sonraydı- Astana süreci başladı. Eğer Türkiye, Astana sürecine ilk güden beri büyük samimiyetle katkı sunsaydı, iş zaten buralara kadar gelmezdi ama Türkiye Astana sürecinde hep Anadolu tabiriyle ‘yan’ oturdu, gelgitler yaşadı. İlerleyen süreçte şu görüldü ki; Rusya Federasyonu sahadaki Kürt gruplarını, PKK-PYD terör örgütünü tamamen ABD’nin inisiyatifine kaptırmamak adına onlarla ilişkilerini geliştirdi. Hatta Rusya’ya sunulan ve içerisinde PKK-PYD’nin yazmış olduğu ve federasyonun biraz daha yumuşatılmış hali olan özerklik içeren anayasa taslağını da Rusya kabul etti. Şimdi gelinen aşamada, Suriye rejimi bu kadar inisiyatif sahibi olduktan sonra, vatanını bu kadar kahramanca savunduktan sonra, hiçbir rejim kendi toprakları üzerinde başka üç ülkenin topraklarında çatışmasızlık bölgesi adı altında bir irade ortaya koymasını istemez. Bu yüzden eğer buradan bir başarı çıkacaksa, bu yalnızca Esad’ın onayı ile olur. Eğer bu konuda Esad’a bir güvence verilmezse, yarın ABD’nin daha fazla irade ortaya koymasının önü açılırsa, buradan hayırlı bir sonuç çıkmaz. Bu yüzden, en başından şerh düşerek bu çatışmasızlık bölgelerine çok fazla bel bağlanmaması taraftarıyım. Eğer bunlara çok fazla bel bağlanırsa, istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir, terörist gruplar oralara bir şekilde sızabilirler ve en kötüsü olarak ABD’nin oralarda etki alanı genişleyebilir. ABD’nin Suriye sahasında 12 adet irili ufaklı askeri üs sahibi olduğu dikkate alındığında, kesinlikle bu muhalefet şerhleri düşme taraftarıyım.”
‘TÜRKİYE’NİN REFERANDUMA KARŞI ÇIKACAK İKTİSADİ GÜCÜ YOK’
Türkiye ve IKBY arasında petrolde doğan iktisadi ilişkiler olduğunu ve Türkiye’nin bağımsızlık referandumuna karşı tutumunun gerçekçi olmadığını belirten Doster, Türkiye’nin ciddi bir karşı duruş için gereken iktisadi ve siyasi gücünün olmadığına dikkat çekti:
“Barzani’nin petrol işinden Türkiye’ye akan bir rant var. Diğer yandan, diplomatik öngörü, inandırıcılık ve tutarlılık anlamında Barzani’yi iktisadi, siyasi olarak destekleyeceksiniz, teşvik edeceksiniz sonra da bağımsızlıklarına hayır diyeceksiniz ve bunun hiçbir inandırıcılığı yok. Türkiye’nin 25 Eylül referandumuna ilişkin tepkisi, Avustralya’nın, Uganda’nın ne kadarsa o kadar oldu. İran çok daha net ve sert bir tavır ortaya koydu. Irak Bağdat merkezi hükümeti gerekirse silah göstereceğini ima ederek, net bir tavır ortaya koydu ve kendince çok da haklıydı. Türkiye’nin bu manada, bu kadar diplomatik ve ekonomik hata yaptıktan sonra referanduma ilişkin yüksek perdeden ‘Ey’ jargonuyla tavır koymasının hiçbir itibarı ve inandırıcılığı yok.”
‘BARZANİ PAZARLIK ÇITASINI YÜKSELTİYOR’
Irak’da Kürtlerin referandum yapacağı yerlerden özellikle Kerkük’e dikkat çeken Doster, bu yolla Barzani’nin pazarlık çıtasını yükseltmeyi amaçladığı görüşünde:
“Hem yer altı kaynaklarından dolayı hem de Türkiye’nin tarihsel bağları ve iddiaları olması sebebiyle, eğer Kerkük’ü de içerecek bir (referandum) tavrı konulursa, bu hem Türkiye’ye dirsek atmak olur, hem İran’a hodri meydan demek olur, hem de Irak’ın toprak bütünlüğünün dikkate alınmaması olur. Barzani belki kendince kendisinin gelecekte vereceği muhtemel ödünleri de dikkate alarak pazarlık çıtasını çok daha yukarılara çekti ve böylece ödün vermesi durumunda gerçekten olabileceklere ulaşmış olabilecek. Ama eğer Kerkük gibi tartışmalı bir bölgeyi de içerecek şekilde böyle iştahlı davranırsa, bu Irak’ın, Türkiye’nin ve de İran’ın yanında ABD’nin de Erbil’e biraz nahoş laflar etmesine sebep olabilir. Çünkü çok büyük bir hamledir ve var olan istikrarsızlığı 20 kat daha da arttıracaktır.”
‘BARZANİ ISRAR EDERSE ÇARŞI KARIŞIR’
Referandum konusunda İran ve Bağdat merkezi yönetiminin tavrının asıl belirleyen olacağına vurgu yapan Doster, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Pazarlıklar son saniyeye kadar devam edecektir ama eğer referandum kararında bir değişiklik olmazsa, ABD’nin tutumundan ziyade asıl belirleyici olan Irak merkezi hükümetinin tehditlerinde, silah gösterme uyarılarında ne kadar ciddi olduğu ve bölgesel güç olarak İran’ın ne kadar ciddi olduğudur. Yoksa bu aşamadan sonra Türkiye’nin tavır değiştirmesinin veya sesini yükseltmesinin Barzani’nin kararında değişiklik yapacağına ihtimal vermediğim gibi, Türkiye de bu aşamadan sonra sesini daha fazla yükseltemez. Türkiye’nin elinde bunun iktisadi, askeri ve siyasi araçları yoktur. Bu aşamadan sonra öncelikli olarak Bağdat ve Tahran’ın sesine kulak vermek ve bu anlamda Kürtlerin en büyük hamisi olan ABD’nin uyarılarının Barzani tarafından ne kadar dinleneceğini hesaba katmak gerekir. Bunların hiçbiri olmaz ve Barzani bu hamlesinde ısrar ederse, çarşı karışır ve bu silahlı olur.”
‘ERBİL O KADAR DESTEKLENDİ Kİ, MANEVRA ALANI KALMADI’
Türkiye’nin Erbil’e ekonomik olarak çok fazla angaje olduğunu ve referanduma karşı çıkışla birlikte, ne kadar kaybı olacağının hesabını yapmadığının altını çizen Doster, Türkiye’nin eski kırmızı çizgilerine dönmesi gerektiğini vurguladı:
“Erbil kesinlikle Türkiyesiz yaşayamaz ama en başından beri savunduğumuz şuydu; ABD’nin önce bir Kürt koridoru devamında da bağımsız bir Kürdistan üzerinden hedefi zaten Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ı bölmekti. Denize çıkışı olmayan bir Kürt Devleti’nin yaşaması elbette mümkün değil ama Türkiye siyasi ve iktisadi olarak Erbil’e o kadar angaje olmuş durumda ki, bunun kısa ve orta vadede Türkiye’ye ne kadar kayıp doğuracağını hesap edemedi. İkincisi, Erbil’i desteklemek adına Bağdat ile arasına o kadar mesafe koydu ki, bu aşamadan sonra artık Türkiye’nin de bir manevra sahası kalmadı. Bu yüzden Türkiye ya gerçekten samimi bir şekilde, kendi ‘eski kırmızı çizgilerine’ dönecek, bu İran, Türkiye, Suriye ve Irak’ın selameti adına olacak ya da böyle iki arada bir derede Uganda’nın Avustralya’nın ortaya koymuş olduğu tonda referanduma itiraz etmenin hiçbir karşılığı olmadığını sineye çekecek ve Türkiye’nin bölgedeki yalıtılmışlığını, güçsüzlüğünü daha çok ortaya koyacak.”