Aynı gökyüzü altında yaşıyoruz

Yusuf Tosun

VAN 11.09.2015 10:44:45 0
Aynı gökyüzü altında yaşıyoruz
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Her sabah mecburi güzergâh Boğaz Köprüsünden geçerken bir denize, bir de gökyüzüne gözüm takılı kalır. İki kıtalı şiirin tam ortasında denizden bulutlara yansıyan yaşamın arafında soluklanırım. Geçmişle gelecek arasında kısa ama tafsilatlı bir öykü okur gibi yeri ve göğü seyre dalarım.

Kimi zaman denizin o doyumsuz seyrinden kopup bulutlara değince hayalim, aynı gökyüzü altında yaşadığımızın kokusunu daha iyi alırım. O kokuyla birleşen yeryüzü feryatları bir başka âleme alıp götürür ruhumu. Aynı gökkubbe altında yaşam mücadelesinin çetelesini tutarım böylece.

Evet, hepimiz aynı gökyüzü altında yaşıyoruz. Aynı güneşle aydınlanıp, aynı ay ve yıldızlarla geceliyoruz. Kimi zaman güneşin yakıcı sıcaklığında kavrulup buram buram ter dökerken, kimi zaman da kışın dondurucu zemherilerinde iliklerimize varıncaya kadar zangır zangır titreriz. Nihayetinde hepimiz aynı dünyanın çocuklarıyız.

Hal böyle iken gazete sayfalarına ve televizyon ekranlarına yansıyan manzaraları hatırlayınca bir anda insanın içinde yaşama sevinciyle büyüyen çocuğun karamsar bulutlar içerisinde fırtına ve kasırgalarla boğuştuğuna tanık oluruz. Aynı sofrada kırka bölerek paylaştığımız ekmek bir anda o içimizdeki hararetin aleviyle kül olup gider. Yaşam, soluk benzinin yanı sıra ölüm kareleriyle dolar içimize. Çaresiz, bir o kadar da biçare bir hal sarmalar her yanımızı o zaman.

Bir süredir böylesi bir halet-i ruhiye ile yaşıyoruz. Aslında bir süre değil, uzun bir süre… Bir balina kadar bile değer biçilmeyen sahile vuran çocuk cesetlerinden, gece uykularında haince vurulan gencecik polislerden, pusu kurulup düzenekle patlatılan onlarca askerden, eşi veya çocuğunun gözü önünde kalleşçe vurulan güvenlik görevlisinden, sebepsiz yere öldürülen sivillerden, Avrupa kapılarında bir sinek kadar bile değer verilmeyen mültecilerden… hangisinden bahsetsem!... Bir zincir gibi uzayıp gidiyor insanın yüreğini dağlayan bu liste. Anaların feryatları ise yeri göğü inletiyor.

Neredeyse hergün yurdun çeşitli bölgelerinde kaldırılan şehit cenazeleriyle savaşın tam orta yerinde duruyoruz. Daha doğrusu adeta dünyanın elbirliğiyle bir iç savaşa doğru itiliyoruz. Kaos, kargaşa, savaş çığırtkanlığı, iç ayaklanma, sıkıyönetim, darbe çağrısı… kimin için ve neden? İşte Suriye, Irak, Libya, Tunus, Mısır… Evet, son kale de içten çökertilmek isteniyor. Çünkü diğer bütün yollar naifçe denendi ve kaybettiler. Şimdi de içimizdeki beyinsizler üzerinden kale zapt edilmek isteniyor. Böylesi zamanlarda daha çok feraset ve sükunete ihtiyaç var.

Tarih boyunca süregelen iyilerle kötülerin kavgasında hiç böyle puslu,sinsi, kahpe… bir hava oluşmadı herhalde. Hiç bu kadar acı ayyuka çıkmadı. Veya insan bu kadar gaddarlaşmadı. Ve de umut bu kadar tükenmedi. Daha doğrusu insanlığımız hiç bu kadar yerlerde sürünmedi. İnsan ancak bu kadar beşerleşebilir.

Anlaşılan her geçen gün insanlık içine kapanıyor ve duyarsızlık had safhaya ulaştı. Öyle ki bütün mücadele bir grup azınlığın mutlu yaşamı, tahakkümü için süregidiyor. Piramidin üst dilimini varsıllar, kodamanlar…, alt kesimini ise halk oluşturuyor. Binlerce kilometre uzaklıktan toplumlar dizayn ediliyor ya da öldürülerek dize getirilmeye çalışılıyor. Söz konusu toplu infilak ve katliamlar için -ki onlar buna sözüm ona “toplumsal düzen” diyorlar- devletler değil örgütler kullanılıyor. Son dönem hadiseleri de gösteriyor ki; Ortadoğu’yu artık devletler değil örgütler yönetiyor. Tabii ki arkalarına bey babalarını da alarak. Bu bir kader olmasa gerek. Ama kutlu peygamberin şu ilahi buyruğunu da unutmamak gerekir: "Nasıl olursanız öyle idare edilirsiniz."(Deylemi, Müsned)

Dolayısıyla bütün bu olup bitenlerden iğneyi biraz da kendimize batırmamız gerekiyor. Yapmamız gerekirken yapmadıklarımız, sakınmamız gerekirken yaptıklarımız, ihmalkârlıklarımız, yanlışlıklarımız… toplu bir muhasebeye tabi tutmalıyız kendimizi. Aynı şeyin kurum, kuruluş, parti, grup… olarak da dökümünü yapmalıyız. Gerektiğinde özeli genelleştirerek, ihtiyaç hasıl olduğunda ise geneli özele indirgeyerek genel bir sosyal tomografi çekmeliyiz. Böylece yeni bir güç ve yol haritasıyla yola revan olmalıyız. Aksi taktirde her geçen saniye su almaya başlayan gemide toplu bir felaket içten bile değil.

Evet, oyun sanıldığından da büyük ve topyekün mücadele gerektiriyor. Böylesi durumlarda en önemli şey “umudu yeniden yeşertmek”tir. Bir bahçıvan misali bıkmadan usanmadan umudu boğmak isteyen ayrık otlarıyla mücadele etmeliyiz. Bu arada çapalamayı ve sevgimizle umudu büyütmeyi de ihmal etmemeliyiz. Umut canlı olduğu ve yürekler de topyekün attığı müddetçe gelecek hep aydınlık olacaktır. Öyle diyor şair:

“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”

1915’lü yıllarda Akif’e bu dizeleri yazdıran sosyal şartlar bugün de misliyle tekerrür eder hale gelmiştir. Yüzyıl sonra bir millet uyanıyor ve o gün bu şahlanıştan rahatsız olanlar, bu gün de aynı tepkiyi gösteriyorlar. İslam dünyası darmadağın vaziyette ve daha da dağıtmak istiyorlar. O halde yapılması gereken; yüreklerin toplu halde vurulmasının sağlanmasıdır.

Kirli savaş ve oyunlara gelmeden oyunlarını başlarına çalmalıyız. Onların ayrıştırma ve tefrika oyunlarına inat, birleştirici ve kardeş olmalıyız. İstanbul Diyarbakır’la kardeştir. Şam Urfa ile aynı ruha sahiptir. Kudüs İslam dünyasının kalbidir. Mekke kıblemiz, Medine münevver şehrimizdir. Kahire, Bosna, Üsküp, Bağdat… kardeş şehirlerdir. Bir vücudun azaları gibi birinin gözü buğulansa, sızısı tüm şehirlerde hissedilir. Bu bilince ihtiyacımız vardır. Yani Türkiye sadece Türkiye, Mısır sadece Mısır, Suriye sadece Suriye Bosna sadece Bosna… değildir.

Aynı gökyüzü altında nefes alıp vermekteyiz. Doğumla yola koyulup ölümle vedalaşmaktayız. Aynı güneş ay ve yıldızlarla yaşıyoruz. Velhasıl hepimiz aynı dünyanın çocuklarıyız.

Elbette her dönem iyi ve kötüler olacaktır bu yeryüzü vadisinde. Lakin Kürdü, Türkü, Lazı, Çerkezi, Gürcüsü, Arabıyla… birlikte yaşamak zorundayız. Çünkü biz ortak bir kaderin evlatlarıyız. Bizi birbirimize bağlayan bağ; ortak geçmişimiz ve akide birliğimizdir. Bugün dünden daha çok birbirimize muhtacız.