AVRUPA VE AMERİKA’NIN YENİ POPÜLİZM DALGASI

Avrupa’da aşığı sağ hayaleti

VAN 3.05.2016 09:26:43 0
AVRUPA VE AMERİKA’NIN YENİ POPÜLİZM DALGASI
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Son yıllarda Avrupa’nın birçok ülkesinde aşırı sağ partiler giderek güçlendi. ABD’de de Donald Trump gibi bir politik figürün yükselişi şimdiden yeni bir Amerikan radikal sağ tipolojisinin doğduğunu gösteriyor.

Yeniyüzyıl/ Alp Cenk Arslan – Bilgi Üniversitesi Öğrencisi, Rıfat Özcan – İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğrencisi MAYIS 2002’de, Fransız cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde, Paris sokakları halihazırdaki Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’a destek vermek için bir araya gelen insanlarla doluydu. Kalabalığın attığı sloganlardan birisi o güne kadar seçimlerde eşine az rastlanmış cinstendi: “Sahtekâra oy ver, faşiste değil”.

Sahtekâr olarak niteledikleri muhafazakar Chirac’ı desteklemek için meydanlara doluşmuş insanların büyük bir kısmı sol görüşe sahipti, ancak bu politik tercihin çok açık bir sebebi vardı. 1970’lerden beri siyaset sahnesinde boy gösteren aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi’nin lideri Jean Marie Le Pen ilk tur seçimlerde en yüksek oy alan ikinci aday olmuştu.

Fransızlar Elysee Sarayı’na aşırı sağcı bir ismin oturmamasına kararlıydı. İlk turu birbirine yakın oyla tamamlayan Chirac ve Le Pen iki hafta sonra gerçekleşen ikinci tur seçimlerde kozlarını paylaştılar.

Seçim Chirac için büyük bir zafer Le Pen içinse büyük bir yenilgiyle sonuçlandı. Chirac faşizm endişesi duyan kitlelerin de yardımıyla, Fransız tarihinde ilk kez %82’lik ezici bir oy oranıyla cumhurbaşkanı seçildi. Fransız halkını galeyana sevk eden, neredeyse bütün politik yelpazeden insanları muhafazakâr bir adaya yönelten bu endişe ne bir ilkti ne de son olacaktı.

Geçen yıllar içerisinde Fransa’da ve Avrupa’nın birçok ülkesinde aşırı sağ partiler giderek güçlendi. 2014’teki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ise büyük zafer elde etti.

Avrupa’da aşığı sağ hayaleti Fransa’da Ulusal Cephe’den Hollanda’da İslam karşıtı Geert Wilders’in Özgürlük Partisi’ne, oy oranı %13’e ulaşmış İngiliz Bağımsızlık Partisi’nden Danimarka’nın göçmen karşıtı Halk Partisi’ne, Avrupa üzerinde bir aşırı sağ hayaleti dolaşıyor.

Bugün Avrupa halklarının aşırı sağ, popülist bir bakış açısıyla siyasî program üreten siyasetçiler ve partilere bu yönelimini anlamak belki de hiç olmadığı kadar önem taşıyor.

Gittikçe güçlenen ve yaygınlaşan bu eğilim kuruluşundan beri insan hakları ve demokrasi ülküsünü savunagelmiş Avrupa Birliği’nin önünde büyük bir sorun olarak duruyor. Yeni bir ABD radikal sağ tipolojisi Göçmen haklarına, demokratik değerlere, çokkültürlülüğe karşı savaş açmış bu politik duruş nihayetinde Atlantik ötesine de ulaşmış hâlde.

Demokrat Obama yönetiminin dış politikada yumuşak güç prensibinden ve iç politikadaki liberal tutumlarından rahatsızlık duyan itici güç bugün Donald Trump gibi bir politik figürün Cumhuriyetçi Parti’nin önde gelen aday adayı olmasını beraberinde getirdi.

Trump belki de aşırı sağın Avrupa’daki popülist söylem birikiminden etkileniyor ve kampanyasını göçmenlik karşıtlığı ve anaakım muhafazakârları dahi endişelendiren aşırılıkçı vaatler üzerine kuruyor.

Ekonomik sıkıntılardan ABD’de çalışan göçmenleri sorumlu tutması, Meksikalıların ülkeye girişini engellemek için parası Meksika’ya ödetilecek bir duvar inşa etmeyi vaadetmesi, sık sık kadınlara karşı cinsiyetçi söylemlerde bulunması, Müslümanları doğal tehlike olarak sunması, şimdiden yeni bir Amerikan radikal sağ tipolojisinin doğduğunu gösteriyor.

Vaat edilen cennetin eleştirisi Bu siyasî duruşun Avrupa’daki örneklerini ve Amerika’da Trump örneğini karşılaştırdığımızda önemli farklar olmasına rağmen önde gelen benzerlikleri de var: Kitleleri cezbetme amacıyla kullanılan popülist bir ajanda ve epey uzun bir süredir topluma vaadedilen cennet hayalinin eleştirisi.

Amerikan rüyası ve bütünleşik Avrupa ideali, her ikisi de refah ve umut vaadeden büyük politik söylemlerdi. Yakın tarihte yaşanan ekonomik krizler ve kültürlerarası barışı tehdit eden sorunlar toplumların bu hayalini sekteye uğrattı.

Bu tablo sistem eleştirisi yapan politik parti ve figürleri ön plana çıkarıyor. Radikal siyasî görüşler de bu noktadan besleniyor.

Avrupa radikal sağ partilerinin Birlik karşıtı söylemleri ve Trump’ın var olan Amerikan sisteminde köklü değişiklikler yaparak, onu tekrar “büyük” hâle getireceğini söylemesi bu noktaya işaret ediyor. Nefret dili bir arada yaşama ülküsüne tehdit TIPKİ yazımızın başındaki Chirac – Le Pen örneğinde olduğu gibi, şimdilik olası bir Trump – Clinton başkanlık yarışında büyük farkla Clinton lehine bir sonuç doğabileceğini gösteren emareler var.

Ancak mesele bu seçimin ötesini düşünmemizi zorunlu kılacak derecede kalıcı olma özelliği taşıyor. Seçimlerde ön plana çıkan adayları, vaatleri bir kenara bırakırsak, tıpkı Avrupa radikal sağında olduğu gibi radikallikten doğan nefret dili bir arada yaşama ülküsünü tehdit eden bir kültür üretiyor.

Bu tehdit karşısında Avrupa ve Amerikan siyaseti elini taşın altına koymak ve on yıllar önce önerdiği refah ve umut vaadinin gereklerini yerine getirmek zorunda. Şimdiye dek merkezde yer alan politikacıların ayrımcı söylemlerinin radikal sağın ekmeğine yağ sürmesi gibi bunun tam tersi bir durum da mümkün.

Avrupa ve Amerika’nın merkez siyasî figürleri daha fazla insan hakları temelli söylem ve politikalar üretmeli, nefret dilinin önüne geçmeli. Aksi takdirde dünya siyasetinin ilgisizliğinden türeyen bu akımlar ayrımcı dillerini ve aşırılıkçı vaatlerini giderek daha yüksek sesle merkeze taşımaya devam edecekler -