Atatürk'ü koruma kanununu NATO, hapis cezasını Siyonistler mi verdi?

Zafer Burakmak

VAN 3.11.2017 09:21:14 0
 Atatürk
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Atatürk'ü koruma kanununu NATO, hapis cezasını Siyonistler mi verdi?

Her şey Doğu Perinçek’in "Erdoğan, İslami Kemalist oldu. Bizim savunduğumuz noktaya geldi" demesiyle başladı.  AK Parti’nin, 15 Temmuz darbe girişimi ardından ulusalcı kesimle girdiği ilişkinin semeresini bu sözlerle topluyordu Perinçek. Yine bir  televizyon kanalında “Erdoğan’ı destekliyorsunuz” sözüne,“Biz Erdoğan’ı değil, Erdoğan bizi destekliyor” şeklinde üst perdeden bir yanıt vermişti. En son ise, “Hangi güç bunları Atatürkçülük çizgisine getiriyor? Bugüne kadar karşı duranlar bugün birden bire Atatürk'e inanmaya ve anmaya başladılar.” diyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan herhangi bir açıklama gelmemesine karşın, hükümetin 29 Ekim'deki kutlamalara yaklaşımı bu söylemleri haklılaştırdı. Ve ardından AK Parti’ye yakın kimi yazarlar tarafından hemen Kemalizm övgüleri dizilmeye başlandı. Birlikte yaşama kültürü üzerinden Kemalizmin kabulüne kadar 'uzlaşma yazıları' yazıldı. Öyle ki iş,“Türkiye’de Kemalist vesayet diye bir şey yoktur”a kadar vardırıldı. Cumhuriyet tarihiyle birlikte Türkiye üzerinde adeta karabasan olan vesayetçi sistem, bir anda gereksiz bir korku ve komploya dönüştürüldü. AK Parti’nin “vesayetçi odaklar” olarak sürekli işaret ettiği ve mücadele verdiğini belirttiği Kemalizm bir anda buharlaştı adeta.

En ağır yazılar, Star gazetesi yazarı Ardan Zentürk’ün, tüm Kemalist kirliliği, NATO’cu vesayete indirgeyerek cilalama derdine düştüğü yazılardı. Zentürk, “Kemalist vesayet sistemi” diye bi’şey yoktur.”  diyordu ilk yazısında. Ancak temizlenmesi, tevil edilmesi gereken o kadar günah vardı ki, bunların gizlenmesi, bırakın tarihçilerin çabalarını, 28 Şubatları, parti kapatmaları, laiklik üzerinden dini yaşama dayatmalar görmüş gençlerin şahitlikleriyle bile olsa  mümkün değildi. Tarihçilerin anlattığı duradursun günümüzde, eğitimden siyasete, bürokrasiden medyaya kadar birer tabuya dönüştürülen Kemalizm gölgesini kim nereye saklasın? Ama olsun, bugünü konuşabilen yok, tarihi de sildik mi günü kurtarırız derdinde kimileri. Bunun için de en kolay yola başvuruyor ve dönemin iç siyasetteki revaç söylemlerinden dış mihraklara sarılıyorlar; “Kemalist vesayet sistemi” diye bi’şey yoktur. Türkiye’nin 1952’de NATO’ya girmesiyle hızla yapılanan “NATO’cu/küresel vesayet sistemi” vardır, bunun da Mustafa Kemal Atatürk’le hiç bir bağı yoktur.”

Artık bundan sonrası tüm günahların küresel vesayet sistemine tevdi edilmesiyle çok daha kolay olacaktı. Öyle ya, 28 Şubat postmodern darbesini de “neo-con/Siyonistler”in yaptığını söylüyordu zaten Zentürk. Peki o günlerde “Atatürkçü kesimlerin dahlini nasıl anlamalı?” sorusunun cevabı ise, aklamanın dışında daha tehlikeli bir boyutun konusuydu. Çünkü Atatürk’ü, Atatürkçülüğün ulviliğini anlamayan günümüz Atatürkçülerinin iş bilmezliğinden kurtarmak ve asıl Atatürkçülüğü göstermenin vaktine işaretti bu.  Zira “Atatürkçüler liderlerini tanımıyor”du. Bu kalemlerin geldiği nokta, Atatürkçülüğün,  “cehaletleriyle ortalığa dökülmüş, Nişantaşı eşrafından öğrenilmeyeceğini” idrak ettikleri noktadır. Kim ne kadar cahil, Atatürk’ün de ne kadar bilinip bilinmediği bir yana, muhafazakar kesimlere Atatürk’ün ve ona dayandırılan ideolojinin, olduğundan farklı bir şekilde pazarlanmaya ve dahi kabullendirilmeye çalışıldığı aşikar.

Zentürk’ün “Düşün Atatürk’ün yakasından” dediği günlerde bu zihniyet, birilerinin yakasından tutmuş hesap soruyordu oysa. Hem de Mustafa Kemal’in bir dönem eşi olan Latife Hanım’ın 1926 tarihli kamuya açık bir mektubunu neşrettiği gerekçesiyle. Tarihçi Mustafa Armağan, yayınladığı belgeden dolayı 5816 sayılı “Atatürk’ü Koruma Kanunu”na muhalefetten 1 sene 3 ay ceza alması da vesayetçiliği kanıtlamıyordu tabi. Oysa mektupta Latife Hanım, eski kocasının aldığı bazı önemli kararları “dişi Mussolini” diye andığı ve ismini vermediği bir kadının tesirine bağlıyordu sadece. Kadınca bir hissiyatın ifşası olan bu mektubu yayınlamak bile hapis cezası almakla sonuçlanacak kadar tabuya çarpıyordu. Şimdi sormak gerekmez mi ‘uzlaşmacı asıl Atatürkçülere’, Mustafa Armağan’a NATO’cu küresel vesayet sistemi mi, yoksa ne-con/Siyonistler mi hapis cezası verdi?

Hakkında koruma kanunlarının bile çıkarıldığı, ilke ve inkılâplarının, yasaların üzerinde kabul edildiği ve tüm seçilmişlerin önünde eğilmek zorunda bırakıldığı bir düzende vesayetçi sistem yok öyle mi? Bu soruya evet demek için ya tüm bunları kaldırmak yada tümüne teslim olmak gerekiyor herhalde. Hangisinin yaşandığını, Mustafa Armağan'a verilen ceza ve kalemşörlerin yazıları kanıtlıyor zaten.