Anayasa Mahkemesi’nin Yassıada refleksi

Hüseyin Erdal

VAN 28.04.2014 10:43:32 0
Anayasa Mahkemesi’nin Yassıada refleksi
Tarih: 01.01.0001 00:00

İç tehdit algısının diri tutulduğu Eski Türkiye’de rejimin kendini tehlikede hissettiği dönemlerde, yargının “müesses nizamı himaye etme” kaygılarına ortak olduğuna tanık olduk.

Çünkü yargı da halka rağmen konumlandırılan bürokratik yapının bir uzantısı idi.Tehdit algısına göre olağanüstü dönemlerde adalet gömleğini çıkarıp, yerindelik (oportünite) kaygısıyla hareket edilmekteydi.

Eski Türkiye’nin diğer bürokratik aygıtları gibi yargının da önceliği “güvenlik” idi ve devletin sahiplerinin varlığına yönelik alarm verildiğinde, yargı da asıl işini bırakıp halka karşı mücadelede saf tutmaktaydı.

27 Mayıs Darbesini müteakip yapılan yargılamalar bunun en çok hatırlanan örneğidir. Yassıada yargılamaları olarak tarihe geçen, seçimle işbaşına gelmiş ve fakat sandıkta yenilemeyeceği anlaşılan Menderes hükümetinin yargılandığı davalarda Mahkeme reisi Salim Başol’un “sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” sözü aslında eski Türkiye’nin iç güvenlik operasyonlarında militarist bir rol yüklenmiş yargısının mahiyetini anlatan samimi bir itiraftır.

Yassıada mahkemesi olarak bilinen ve münhasıran Menderes ve arkadaşlarını yargılamak üzere kurulan Yüksek Adalet Divanı üyelerinden bir kısmının daha sonra 1961 anayasasıyla kurulan Anayasa Mahkemesi’nin ilk üyeleri olarak görevlendirilmeleri de rejimi muhafaza etme rolünün Yüksek Mahkemeye aktarıldığını gösteren bir delildir. Bu görevlendirmeler Anayasa Mahkemesi’nin Yassıada Mahkemesinin bir devamı olduğu yönündeki eleştirileri de sürekli canlı tutmuştur.

Eski Türkiye’nin vesayetçi asker -sivil bürokratik yapısının bir cüzü olarak Anayasa Mahkemesi’nin bugüne kadar 24 tane siyasal partinin kapatılmasına karar verdiğini ve 367 kararını da hatırlamakta fayda var.

Başörtüsü kararı olarak bilinen ve Kenan Evren’in açtığı iptal davasında “Demokrasiden yararlanarak lâikliğe karşı çıkışlar din özgürlüğünün kötüye kullanılmasıdır.” şeklindeki ifadeyle hukuksal dayanağı olmayan başörtüsü yasağı uygulamasını pekiştiren kararı da belleklerdedir.

Eski Türkiye’deki müesses nizamın tehdit algısında ilk sırada yer alan irtica ve bunun simgesi olan başörtüsüne karşı güvenlik refleksiyle verilen bu kararın “siyaset alanında irdelenmesi gereken yargısal metin” olarak değerlendirilmesi daha uygun olacaktır.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Bürokraside devam eden “halk desteğiyle işbaşına gelmiş Yeni ile eskiyi koruyan vesayetçi Eskinin mücadelesi ve eskinin giderek tasfiyesi” şeklinde özetleyebileceğimiz süreç ile Yeni Türkiye adındaki organik yapı kurulurken, bazı kurumların “ortaçağın” bittiğinden habersiz oldukları anlaşılmaktadır.

Başörtüsü yasağının kaldırılması, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun açılması ve eleştiriye açık yönleri olsa da diğer demokratik reformlar “tabiileşen Türkiye” yolunda önemli adımlardır.

Ancak Yeni Türkiye’de bazı kurumlar muhafazakâr anlayışı muhafaza etmekte, tutum ve davranışlarıyla karşı devrimci bir görünüm arz etmekten çekinmemektedirler.

Yargı’nın vesayetçi bürokrasinin bir parçası olarak yer aldığı eski Türkiye’deki anlayış derinlerde devam etmektedir. Yargısal kararların kutsal bir metin ve mahkeme iradesinin ise sorgulanamaz olduğu yönündeki anlayış vesayetçi yapının bilinçaltında varlığını sürdürmektedir.

Hükümetin Twitter kararına yaptığı eleştiriye karşı Anayasa Mahkemesi’nce verilen tepkiler, bu bilinçaltının açığa çıkmasıdır.

Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümünde başbakan yardımcılarının çağrılmaması ve “farklı renkte yeni bir vesayet rejiminin oluştuğuna tanık olunduğunun” söylenmesi bu bağlamda değerlendirilmelidir .

Vesayet düzeni tasfiye olurken, yeni ve organik bir Türkiye mücadelesi verilirken Anayasa Mahkemesi’nin bu tutumu eski Türkiye tarafında mücadeleye katıldığı şeklinde yorumlanmaya uygundur .

Yine aynı şekilde, olağanüstü bir sürecin yaşandığı bu dönemde, seçilmiş hükümete karşı Yassıada refleksiyle mi hareket ediliyor kuşkusunu akla getirmektedir.