Allah'ı Sevmek Mümkün Mü?

Mehmet Şafi Avcı

VAN 28.08.2014 10:49:32 0
Allah
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Allah’ı sevmeden, O’na inanmadan, Allah’ın salih kullarından birini sevmek Allah’ı sevmek midir? Veya böyle bir durum kişinin kurtuluşa ermesi midir, hidayet üzere olduğunun belirtisi midir?

Biz aciz kullar tarafından Allah sevilebilir mi? Veya yücelerin yücesi Allah-u Teala mümin kullarını sever mi? Bu sevginin keyfiyeti nasıldır?

Bu ve benzer sorulara/sorunlara vereceğimiz cevapların her şeyden önce Kur’an eksenli olmaları lazımdır. İndi görüşler veya hikaye, masal, menkibe ve malum zevatın rüyalarıyla bu temel sorunlara cevap veremeyiz ve bunlar (sahih rüya dahil) hiçbir şekilde dinde delil olamazlar ve bağlayıcılıkları yoktur. Delillerimiz; Kur’an, Sünnet ve Asr-ı Saadet dediğimiz kutlu insanların, Allah’u Teala’nın gerçek velilerinin yaşadığı devirdeki kişilerin rivayet ve yaşayışlarıdır. O kutlu insanlar (Allah hepsinden razı olsun) Allah’ı seviyorlar mıydı? Sevgileri nasıldı? Velilik onların yaşadığı şekilde miydi yoksa bugünkü bidat ve hurafeler içerisinde yüzen, fakat (her ne hikmetse) keramet gösteren (!) asrımızın insanı mı? Allah’ın sadık dostları olmalarına rağmen Cami mihrabında iken arkasında onu hançerleyecek olanı dahi bilmeyen, görmeyen o muhterem insan (Hz. Ömer), bizim bugünkü velilik kıstasımıza göre acaba veli midir? Zira bizimkiler kendisinden kilometrelerce uzakta olan insanların ne yaptıklarından, başlarına ne musibet geldiğinden bile haberdar oluyorlar(mış), hissediyorlar(mış). O Hz. Hamza ki kendisini şehid etmek için iyi bir fırsatı kollayan Vahşi’den habersizdi. Aynı şekilde Hz. Ali de (r.a) arkasından gelip onu şehid eden Abdürrahman bin Mülcem’den habersiz bir şekilde sabah namazına gidiyordu. Bunlara benzer örnekler çoktur, çoğaltılabilir. Bu örnekleri vermemizdeki amaç; ne kerameti ve ne de veliliği inkardır. Bu şekilde düşünmekten Allah’a sığınırız. Allah’u Teala’nın“Düşünün, düşünmüyor musunuz?” emirleri muvacehesinde sahih bir şekilde düşünüp, salih amellere ulaşmaktır. Zira sahih düşünmeyenin ameli de salih olamaz. Keramet su üzerinde yürümek veya kuşlar gibi uçmak değil, gerçek anlamı ile Allah’a ibadet edip Tağutu inkar etmek, mü’minleri sevmek ve Allah’ın kanunlarını yeryüzüne hakim kılmak için çalışmak, tebliğ vazifesini yerine getirmek ve bu doğrultuda mürid yetiştirmektir.

Bir toplulukta eğer kavramlar asli manalarından başka manalara göre değerlendiriliyorsa, o toplum da olayları tahlil etmede kavram kargaşasına düşer. Özellikle biz Müslümanlar kavramları yerli yerinde kullanmalıyız. Kavramların tahrifi düşüncelerin tahribine sebep olur. Özellikle Kur’ani kavramlara çok ehemmiyet verip, onları Kur’an’ın yüklediği manaya göre kullanmalıyız.

Allah’u Teala Maide suresinin 54-56. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse, Allah müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve şiddetli, kendisinin onları seveceği onların da kendisini seveceği bir topluluk getirir ki, Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar… Sizin Veliniz Allah’tır, O’nun Peygamberidir. Ve O’nun emirlerine boyun eğen, namazı kılan, zekatı veren mü’minlerdir. Kim Allah’ı, Resulünü ve Mü’minleri veli edinirse, şüphe yok ki onlar Allah’ın Hizbidir.” Ayet gayet açık ve sarihtir. Zoraki tevillere mahal bırakmayacak kadar anlaşılırdır. Gizli (Batıni) bir manası da yoktur. Ayetlerde Allah’ın; Mü’minleri sevdiği ve Mü’minlerin de Allah’ı sevdiği/sevebileceği belirtilmektedir. Ve Mü’minlerin özellikleri olarak da; Allah’ı, Resulünü, namaz kılan, zekat veren ve rükua varan Mü’minleri dost (Veli) edinmek olarak belirtilmektedir. Fakat görüldüğü gibi Allah’ı sevmek için, O’nu dost edinmek için ilk önce herhangi bir Veliyi sevmeyi şart koşmuyor. Kayıtsız şartsız Allah’ın, Mü’minleri seveceği, Mü’minlerin de Allah’ı sevebileceği/sevdiği vurgulamaktadır. Allah-u Teala’nın kullarını sevmesi için, kulların da Allah’ı sevip O’nun emirlerine riayet etmeleri şarttır. Emre riayet etmenin dışında herhangi bir şart yoktur Allah’ı sevmek için. Tabiatıyla Allah’ı seven bir insan, Allah’ı sevenleri de sever. Bazı çevrelerin zan ettikleri gibi, Veliyi sevdiği için Allah sevilmez, tam aksine Allah’ı sevdiği için Mü’min kul diğer Allah’ın dostlarını, velilerini de sever. Allah’ı sevmeden, Allah’ı sevenleri sevmek tıpkı inanmadan namaz kılmaya benzer. Kişi istediği kadar namaz kılsın eğer Allah’a inanmamış ise yaptığı namaz değil, vücut geliştirme hareketleridir. Orucun farziyetine inanmadan tutulan oruç; açlık ve susuzluktan öte bir anlam ifade etmez.

Kulun Rabbini sevmesini ancak tadına varan birinin algılayabileceği bir nimettir. Bu nimete ermeyenler zannederler ki Allah; direk, aracısız sevilemez. Onun için bazı kullarını severler, ta ki o kullar onları Allah’a kavuştursunlar.

Aslında bu düşüncelerin temelinde cahiliyye itikadının kalıntıları mevcuttur. Zümer suresinin 3.ayeti kerimesinde Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“Uyanık olun, halis olan Din yalnız Allah’ındır. Ondan gayrı Veli edinenler: ‘Biz bunlara, ancak bizleri Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.’ derler.”

Bilindiği üzere Arap müşrikleri, insanları yaratan, öldüren, rızıklandıranın Allah olduğunu biliyor ve tasdik ediyorlardı. Yalnız onları, Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye, Allah’ın sevdiğini zan ettikleri şeyleri kendilerine aracı/vesile kılıyorlardı. Meleklerin Allah’ın kızları olduğunu iddia ediyor ve onların heykellerini yapıp onlara tapıyor/seviyorlardı. Aslında onlar heykelleri sevmiyorlardı/onlara tapmıyorlardı, heykellerin/Putların vasıtasıyla Allah’tan isteklerde bulunuyorlardı. Allah’ı sevmek için, Allah’ın sevdiklerini zan ettikleri bu tür şeyleri severek Allah’ın buyurduğu gibi; Allah’a eş koşuyorlardı.

Allah’ın (salih amel dışında) aracısız sevileceğini yine Allah’u Teala Bakara Suresinin 165. ayetinde bildirmektedir biz kullarına: “İnsanlar içinde Allah’tan başkasını eş edinen kimseler de vardır. Onları, Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a sevgisi ise çok daha sağlamdır.” Allah’ı sever gibi başka şeylerin (put, oğul, mal, mülk, kadın ve makam) sevilmesini yasaklıyor. Allah’ın sevgisi her şeyden üstün olmalı, O’na vermemiz gereken sevgiyi O’nun salih kullarına vermemiz, ne adına olursa olsun, sünnetullahtan inhiraftır, Allah’ın emirlerini göz ardı etmektir. Kalb köşkünde bir padişah olmalı, iki padişah olmaz. O tek kişi de Allah’tan başkası olmamalıdır. Kalb kimin ve neyin sevgisi ile işgal edilmişse, beden de o kişinin emirlerini amellerinde gösterir.

Allah sevgisi ne laftan öteye geçmeyen bir iddia, ne de insanın vicdanında kalan bir aşktan ibarettir. Bu sevgi, Allah’ın emirlerine, O’nun Resulüne bağlılık, onun gösterdiği yolda yürüme, onun yaşam biçimini gerçekleştirme ile olur. İman da söylenen yaldızlı sözler, coşan duygular, yerine getirilen sembolik ibadetler değildir. İman ise; Seyyid Kutub’un deyimiyle ancak Allah ve Resulüne bağlılık ve Allah’ın emirlerine göre hareket etmek, itikat ve amellerimizi Allah ve Resulünün istediği bir hale getirmektir.

En çok Allah’ı sevmek! Her türlü ölçünün ve her türlü sınırlamanın dışında ve üstündeki mutlak sevgi...

Allah’ı sevmek, emirlerini kayıtsız şartsız yerine getirmektir. Bunun sonucu olarak Allah-u Teala emrettiği için evet yalnız Allah emrettiği için Resulünü seviyoruz. Çünkü Allah’ı seven O’nun emirlerinin tebliğcisi olan Resulünü de sever. Resulüne tabi olan Allah’a tabi olmuştur. Zira o Nebi-yi Muhterem olmasaydı, bizler Allah’ı gereği gibi tanıyamaz ve emirlerinden haberdar olmazdık. Yine Allah emrettiği için Allah’ın salih kullarını (Velilerini) severiz. Fakat Allah’ı sevmeye gücümüz yetmez deyip, Allah’a vermemiz gereken sevgiyi salih kullara veremeyiz. Zira Allah’ı her şeyden ve herkesten daha çok sevmeli ve bunun sonucu olarak da itaat etmeliyiz.

Kulun Allah’ı sevebileceği ve buna gücünün yettiğini bize bildiren Resulüllah’ın (s.a.v.) hadisleri de bulunmakta ve Sahabeden de bu tür olaylar varid olmuştur.

Buhari ve Müslim’de bulunan ve Sa’d b. Ebi Vakkas’dan rivayet edilen bir hadis vardır. Hayber gününde Resulüllah “Ben bugün sancağı Allah’ı seven, O’nun Resulünü seven ve kendisi de onlar tarafında sevilen birine vereceğim.”diye buyurup sancağı Hz. Ali’ye vermiştir. Bu sahih hadisten de anlaşıldığı üzere kul, Allah’ı direk sevme yeteneğine sahiptir. Yeter ki kul arzu etsin. Hz. Ali her ne kadar bir güzide sahabi ise de, gene de bir kuldur ve Allah’ın emirleri ona nasıl farz ise, dünyanın sonuna kadar gelecek olan Müslümanlara da farzdır. Farzlar karşısında, mükellefiyet açısında Hz. Ali ile bugünkü bir Müslümanın hiçbir farkı yoktur. Fazilet açısında olayları burada ele almıyoruz. Tabiatıyla o güzide Sahabiler, hatta Tabiinler ve Etba-ı Tabiinler faziletçe bizlerden kat kat üstündürler. Fakat mükellefiyet açısından, sorumluluk açısından onlarla hiçbir farkımız yoktur.

Yine Buhari ve Müslim’in sahihlerinde rivayet edilen bir diğer hadiste şöyle bir olay anlatılıyor: Bir kişi Resul-i Ekrem’e kıyametin ne zaman kopacağını sordu. Resulüllah “Sen kıyamet için ne hazırlık yaptın?” deyince “Hiçbir şey hazırlamadım, ancak Allah ve Resulünü severim.” dedi. Resulüllah da “Sen sevdiğinleolacaksın.” buyurdular. Şayet Allah’ı sevme gücü insanlarda olmamış olsaydı, Resulüllah’ın bunu belirtmesi gerekir ve ‘Sen Allah’ı sevemezsin, O’nu seveceğine beni, Allah’ın diğer sevgili kullarını sev ki Allah’a yaklaşabilesin.’ demeliydi. Fakat buna karşı bir şey demediğine göre, kul Allah’ı sever ve Allah’ı seven diğer salih kulları da sever.

Sonuç olarak şunu belirtebiliriz ki; kul, Allah’ı sevebilir ve bu sevme gücü kendisine, onu yaratan Allah tarafından verilmiştir. Fakat bu sevgi kuru bir laftan ibaret olmayıp, sevdiğinin emirleri pratik hayatında tezahür etmelidir. Aksi halde hayatı Allah’ın istediği bir hayat tarzı değilse kişinin Allah’ı seviyorum sözü boş bir laftan öteye bir mana ifade etmez. Zira kişi sevdiğinin emirlerine riayet eder. Allah’ı sevmek de O’nun emirlerini, dinini yeryüzüne hakim kılıp fitneyi ortadan kaldırma, Allah’a ittiba, Tağuttan da teberridir. Tağutun emirleri doğrultusunda hayatlarını devam edenler uçsalar da Allah’ın değil, şeytanın, Tağutun velisidirler.

Allah; hepimizi, Allah’ın istediği şekilde kendisini tanıyan ve seven salih kullar zümresi ile haşretsin. Hepimize kendisinin emrettiği ve Resulünün (s.a.v) yaşadığı sahih İslami itikadı ve salih ameli nasip etsin.