“ADAM GİBİ” ADAM OLMAK (VEYA BEN VE BİZ OLMAK)

ERHAN AKTAŞ

VAN 1.11.2014 12:51:23 0
“ADAM GİBİ” ADAM OLMAK (VEYA BEN VE BİZ OLMAK)
Tarih: 01.01.0001 00:00
Ortak amaçlarını gerçekleştirmek için bir ayara gelenlerin birlikteliklerinde;  birlikteliğin gücü de zayıflığı da “adam gibi adam” olmaya bağlıdır. Bir arada, “birlikte” olmayı sağlamada “orak amaç” tek başına yeterli olmuyor. Ortak amaçları için bir araya gelenler, adam gibi adam olurlarsa, Allah onları yalnız bırakmaz ve başarmaları için işlerini kolaylaştırır.
 
Adam gibi adam olmak zordur. Zor olduğu için de adam gibi adam olanların sayısı azdır. Malum, zor olanı elde etmek de zordur.
Aslında bu insanın kendisi üzerinde yaşadığı bir savaştır; iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin, adalet ile zulmün, cömertlik ile cimriliğin, kibir ile tevazunun…  savaşı. Kur’an bu savaşa fitne, yani sınav diyor. Buna iman küfür sınavı da denebilir. “Hayatımız bu sınavdan ibarettir” dense yeridir.
Bu savaşın en zor kazanılanı da – ki genellikle kaybedilmektedir-  insanın kendisinin de doğrudan taraf olduğu konularda cereyan edenidir. “Adam” gibi olup olmama, başkası değil, insanın bizatihi kendisi söz konusu olduğunda ortaya çıkar. Bu çok zor bir konudur.  Önemli önemsiz, bir konuda yargıda mı bulunacaksınız, karar mı vereceksiniz, taraf veya karşı taraf mı olacaksınız, eğer konu doğrudan sizinle ilgiliyse başka, değilse başka olabiliyorsunuz. Eğer vereceğiniz kararın size bir yansıması yoksa, haktan yana olmak, adil davranmak, dürüst olmak, her şeyden önemlisi de “hal ehli” olmak, “idare ehli olmak” sizin için kolaydır. Ne var ki vereceğiniz kararın size bir yansıması varsa o zaman bir önceki kararınızdaki kolaylık yerini zorluğa bırakıyor.  Vereceğiniz karar doğrudan sizi de ilgilendiriyorsa o zaman işin rengi değişiyor. Eğer adam gibi adam değilseniz, kendinizi “haklı olmanın”, “hak sahibi olmanın” merkezine koyuyorsunuz ve tercihinizi ona göre yapıyorsunuz. Böyle olunca da siz haklı, başkaları haksız; sizin istek ve beklentileriniz “doğru”, buna uymayan her şey “yanlış” oluyor.
Ortak amaçlarını gerçekleştirmek için bir ayara gelenlerin birlikteliklerinde;  birlikteliğin gücü de zayıflığı da “adam gibi adam” olmaya bağlıdır. Bir arada, “birlikte” olmayı sağlamada “orak amaç” tek başına yeterli olmuyor. Ortak amaçları için bir araya gelenler, adam gibi adam olurlarsa, Allah onları yalnız bırakmaz ve başarmaları için işlerini kolaylaştırır. Bedir savaşı örnekliğinde olduğu gibi. İşin içine kişisel hesap ve beklentiler girince de insan kendisi ile baş başa kalıyor. Uhud savaşı örnekliğinde olduğu gibi. Birincisinde, yalnızca amacı elde etme düşüncesi varken, ikincisinde işin içine ganimet elde etme, yani “kişisel beklentileri karşılama” düşüncesi girdi. Ve Allah bedir’de verdiği desteği uhud’da vermedi.  Öyle ki müminlerin kendi canlarını, anne ve babalarının canlarını ve sevdikleri her şeyi uğruna seve seve feda ettikleri/edecekleri nebi efendimiz, kişisel beklentilerini önceleyenlerin yüzünden hayatının en sıkıntılı anlarından birisini yaşamak zorunda bırakıldı.
Zengin fakir ikileminde yaşanan hissiyat, genellikle fakirin zengini kınayıcı bir tutum içinde olması şeklindedir; eğer onun malı benim olsa, o malı ihtiyaç sahibi olanlarla paylaşırdım, onun gibi bencil ve müsrif olmazdım. Bu bekarın boşanması gibi bir durumdur. Ne zaman mal mülk sahibi olunur, ne zaman varlık sahibi olunur o zaman durum değişir. Daha önce kınadığı kimsenin durumunu yaşamaya başlar. Belki ondan da ileri gider. Tabi bu durum karşısında değişmeyen kimseler de olabilir. Neticede bu bir imtihan meselesidir. Kendisini beğenen kişi de bilinip tanınıncaya kadar, ilgi ve iltifata sahip oluncaya kadar; mütevazi, mülayim, sahip olduktan sonra ise kibir ateşinde yanmaya başlar. Malum, kibir “iblisliğin en belirgin vasfıdır. İşte bu şeytani karakter dinini ve kulluğunu Allah’a has kılmayanı tam bir kuşatma ile kuşatır. İlim-irfan sahibi olundukça, ilgi-iltifata mazhar olundukça, aynı oranda hatta daha fazla tevazu sahibi olunmazsa, diğer bir ifade ile büyüdükçe küçülmezse rabbine şükründe nankörlük yapılmış olunur. Zira bütün nimetlerin ve her şeyin yegane sahibi Allah’tır. En büyük nankörlük,  insanın “sahip olduğu şeyi”  kendisinden bilmesidir. Kur’an’a göre bunun adı kibirdir.
İnsanın sahip olduğu şeyler arttıkça, bu artış onu sürekli “ben”lik alanında büyümeye zorlar. Bir şeye sahip değilken “biz” alanın mütevazi bir ferdi olan insan, mal-mülk, mevki makam ve özellikle de şöhret sahibi olmaya başladığı andan itibaren “biz” olarak kalmanın zorluğu ile karşı karşıya kalır. Bu andan itibaren “ben” olmakla “biz” olmak arasında ciddi ve kazanılması zor bir mücadele başlar. Bu mücadeleyi kaybeden, “ben” olur ve her “benlik” sahibini yok olmanın ateşinde yakıp kül eder; kazanan ise, “biz” olur ve her “biz” oluş sahibini var olmanın bereketinde muktedir kılar. Birisi şeytanın teveccühüne mazhar olurken, diğeri rahman ve rahim olan Allah’ı razı etmenin bahtiyarlığına ve şerefine nail olur.
Beklentiler, birliktelikler için çok önemli bir unsurdur. Beklentisi aynı olan iki insanın birlikteliği sorunsuz bir şekilde devam eder. Beklentiler aynı olursa, yani örtüşürse ortaya uyumlu, sorunsuz, keyifli bir beraberlik çıkar. Bu sorunsuz, uyumlu ve keyifli birliktelik, beklentilerin farklılaşmasıyla uyumsuz, sorunlu ve rahatsızlık verici olmaya başlar. Kısacası birlikteliklerde beklentilerin örtüşmesi veya çatışması belirleyici önem arz etmektedir. Bu beklenti unsuru kişisel, ailesel veya toplumsal konuların tamamı için geçerlidir. Beklentileri aynı olduğu için başlangıçta çok iyi anlaşan, uyum içinde olan iki kişiden birsinin zaman içinde beklentisi değişmeye başlarsa, bu uyum yerini çatışmaya bırakır. Toplumsal olaylarda da insanlar taraflarını, tercihlerini beklentilerine göre yaparlar. İşte kulun sınavı burada devreye girmektedir. Adil olup olmama sınavıdır bu sınav. Beklentiye aykırı olsada doğru olanı tercih edip etmeme, gerçeği önceleyip öncelememe sınavı. Bu çetin bir sınavdır.
Beklentilerin farklılaşmasında en önemli etken kişisel zaaflardır. Ayni düzeyde bir konuma sahip olan iki kişinin beklentisi de ayniyken, bunlardan birisinin konumundaki değişiklik onun beklentilerini de değiştirebilmektedir. Örneğin arkadaş olan iki işçinin beklentisi ayniyken, işçilerden birsi patron olduğunda beklentisi değişmekte ve değişiklikten dolayı da başta çok iyi anlaştığı arkadaşıyla arasında anlaşmazlık ve çatışma çıkmaya başlamaktadır. Çünkü işçinin beklentisi ile patronun beklentisi bir değildir. Bu inanç ve düşünce hareketlerinde, siyasal ve toplumsal oluşumlarda yer alan kimseler içinde geçerli bir husustur. Bu oluşumlarda yer alanların içinde birileri zamanla bir şekilde öne çıkarsa, bu öne çıkış onun beklentilerini değiştirebilmektedir. Ve aslında bu yadırganacak bir durum değildir. Zira değişiklik ve değişikliğe bağlı olarak beklenti değişikliği işin doğasında vardır. Bu kaçınılmazdır ve önüne geçilmezdir. Önemli olan bu süreçte hakka teslim olmaktır. Nefsin arzularına yenilmemektir. bu öne çıkışın kibre dönüşmesine engel olmaktır. Zira bu öne çıkış, konumda yaşanan değişiklik, bir yandan beklentilerde de değişikliğe dönüşürken diğer yandan da kibre dönüşürse, bu sahibinin rahmani olan bütün vasıflarını şeytaniliğe dönüştürür.
Birlik ve beraberliğin bozulmasında, ayrılık ve kopuşların yaşanmasında, beklentilere yenik düşmenin çok önemli bir rolü vardır. Tevhidi sağlamanın, birlik ve beraberliği korumanın yegane yolu, cennet beklentisinin dünyalık beklentilere baskın gelmesindedir. -iktibasdergisi.