Adalete açılan bir kapı

Yıldıray Oğur

VAN 15.11.2017 08:48:18 0
Adalete açılan bir kapı
Tarih: 01.01.0001 00:00
 23 Ekim itibarıyla FETÖ’den tutuklu yargılananların sayısı 49 bin 697. 55 bin 495 kişi ise tutuksuz yargılanıyor. 37 bin 237 kişi adli kontrolle serbest bırakılmış. 8.997 kişi aranıyor. 5 bin 991 kişi hakkında da takipsizlik kararı verilmiş. En az 37 kişi de bu soruşturmalar sırasında, gözaltına alınırken ya da hapiste intihar etti.

Bu rakamlara göre FETÖ’den bugüne kadar gözaltına alınanların sayısı Temmuz 2017’ye ait 114 bin rakamının epey üstünde olmalı. En az 111 bin kişi de kamudan ihraç edildi.

Rakamlara daha yakından bakalım:

Tutuklu olan 49 bin 697 kişiden, 7 bin 444’ü asker, 8 bin 628’i polis, 2 bin 302’si hakim ve savcı, 25’i vali, 75’i vali yardımcısı, 117’si de kaymakam.

Peki bu 49 bin 697 kişiden kaçı darbe suçundan tutuklu?

Türkiye genelinde açılan 351 darbe davasında 5.320 tutuklu var. Darbe davası tutukluları içinde hem askerler hem siviller mevcut.

Yani geri kalan 44 bin tutuklu, doğrudan darbeyle ilişkili olmayan örgüt üyeliği veya örgüt için işlendiği iddia edilen diğer suçlarla ilgili davalardan tutuklu yargılanıyor.

Buradaki en kritik konu örgüt üyeliğinin nasıl tespit edileceği. Çünkü karşımızda tek tip üyeliği olan bir kurum yok. Profesyonel olarak çalışanları, yöneticilik yapanları ve çeşitli derecelerde bağlıları var.

Bu 44 bin kişinin içinde de örgütün darbeye katılmamış yöneticileri, profesyonelleri, örgüt için başka suçlar işlemiş isimler de var. Ama çoğunluk mensubiyet ilişkisi yüzünden tutuklananlarda.

Bunların çok büyük bir kısmı bu örgüte, başta devlet yetkilileri olmak üzere, henüz herkes tarafından övüldüğü, prestijli ve meşru bir dini cemaat olduğu zamanlarda girdiler ya da bir şekilde ilişki kurdular.

Ardından 17/25 Aralık 2013 oldu. Bu cemaatin mensuplarının büyük bir kısmı bu operasyonların yolsuzluk operasyonu olduğuna inandı, hükümetin sözlerini değil, kendi cemaatlerinin hikayesini dinledi ve cemaatin içinde kaldı.

İlk olarak, 26 Şubat 2014 yılındaki MGK toplantısında o güne kadar cemaat olarak adlandırılan yapı, artık 'devlet içindeki illegal yapılanma', 'paralel yapılanma', 'paralel devlet yapılanması' olarak adlandırıldı.

Ekim 2014’te de Milli Güvenlik Siyaset Belgesine “Legal Görünümlü İllegal Yapılar” başlığı altında “Paralel Devlet Yapılanması” adıyla girdi.

Ama bu sırada hala yeni adıyla paralel yapının bütün kurumları ayaktaydı. Üniversiteleri, okulları, dershaneleri, yurtları açıktı, gazeteleri, televizyonları yayınlarını sürdürüyordu, bankası çalışıyordu, sendikası üye kabul ediyordu. Ve bunların hepsi devletin izni ve gözetiminde yapılıyordu.

O günkü adıyla ‘Paralel yapı’nın, terör örgütü, FETÖ olarak ilan edilmesi ise 26 Mayıs 2016 tarihli MGK toplantısıyla oldu. Fakat bu hukuki bir karar değildi.

Bu konudaki ilk hukuki karar da 16 Haziran 2016 tarihinde alındı. Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi FETÖ terör örgütü üyeliğinden hapis cezası verdi.

2016 yılının Ocak ayına ait bir bilançoya göre 17/25 Aralık 2013’den Ocak 2016’ya kadarki iki yıllık paralel yapıyla mücadele soruşturmalarında 2.100 kişi gözaltına alınmış ve 400’e yakın kişi tutuklanmış durumdaydı.

15 Temmuz 2016’ya kadar bu sayının 1000’e çıktığını tahmin etsek bile, darbeden önce tutuklanan paralel yapı mensubu sayısı, darbeden sonra darbe davaları dışındaki davalarda örgüt üyeliği, örgüte yardım gibi suçlarla tutuklanan FETÖ’cü sayısının 44’te biri bile değildi.

Halbuki, bu 44 bin kişi de darbeden önce yaptıkları eylemler ya da kurdukları ilişkiler nedeniyle tutuklu olarak yargılanıyorlar.

Yani darbeden önce somut suç kastı aranırken, darbeden sonra sadece mensubiyet tutuklanma nedeni haline geldi.

Burada hukuki olarak suçun ne zaman başladığı, ne zaman cemaatin, illegal yapı ya da terör örgütü ilan edildiği konularında da başından beri bir belirsizlik mevcut.

Gülen aleyhine 1999’da açılmış davayı, 2004 MGK’sını önerenler var. Ama hukuki olarak alınan milat 17/25 Aralık 2013 sonrası.

Ama bazı iddianamelerde 2012 7 Şubat’ını milat olarak alıp, o tarihten sonraki bir telefon görüşmesini ya da bir teması suç delili olarak gösteren savcılar da var.

Kurumların işten atılma kriterlerinde ise çok daha öncesine ait bir ilişkinin tespiti işten atılma gerekçesi olabiliyor.

Şehirden şehire, mahkemeden mahkemeye, kurumdan kurma bu kriterler değişiyor.

İkinci muğlaklık üyeliğin tespitinde.

Mahkemelerde örgüt üyeliğine delil olarak gösterilen kriterler; Bylock, 17/25 Aralık sonrası Banka Asya’ya ile ilişki, örgütün ev, yurt, okul ve dershaneleriyle ilişki, gazete-dergi aboneliği, sendika üyeliği.

Bu kriterlerden bir kısmına itiraz “eğer suçsa o zaman hepsi resmi izinlerle kurulmuş bu kurumlar, medya organları neden zamanında kapatılmadı?”

Bu kriterlerin hiçbiri (az sonra değineceğimiz bylock da dahil) olmadan da tutuklanan ya da işten çıkarılanlar var.

Örneğin iddianamesini okuduğum bir Yargıtay üyesi hakim, sadece onu bir sohbet toplantısında gördüğünü söyleyen bir tanık ifadesi yüzünden 16 aydır tutuklu. Başka bir Yargıtay üyesi ise bir tenzil-i rütbe atamasına HSYK içindeki bir FETÖ üye şerh koyduğu için 14 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilmiş.

15 Temmuz darbe girişiminden tutuklanmaların artmasının sebeplerinden biri de örgüt üyeliğine bu somut bir delilin bulunması; Bylock.

MİT’in filmi çekilecek bir operasyonla Bylock’un Litvanya’daki serverını hackleyerek elde ettiği arşive göre 215.092 Bylock kullanıcısı var.

(Serverdan o gece sorumlu Litvanyalı mühendise, hacklenmiş mailinden sevgilisinin fotoğraflarıyla birlikte gönderilen virüsün de içinde olduğu bu istihbarat başarısının çok ilginç hikayesi gazeteci Yahya Bostan’ın Kod Adı Baybay kitabında polisiye bir roman tadında anlatılıyor)

Örgütün Mart 2014’en itibaren kullanmaya başladığı Bylock, MİT’in Şubat 2016’da serverına girdiği FETÖ tarafından fark edilince terk edilmiş.

Bu tarihler arasında 215. 092 kullanıcının 31.886 grup kurarak 17 milyon mesaj attığı uygulamanın cemaat için tasarlanıp, sadece cemaat mensupları tarafından kullanıldığı açık.

(FETÖ’nün Bylock hacklenince bunun kullanımını genele yayıp, kendi mensuplarını kurtarmak için yaptığı bir DNS sahtekarlığı yüzünden mağdur olan insanlarla ilgili çok ciddi verilere ulaşan avukat Ali Aktaş ve bilirkişi Tuncay Beşikçi’nin iddiaları hakkında henüz bir karar verilmedi.)

Bylock kullananlar içinde cemaatin sohbetlerine giden taşradaki esnafları da var, askeri pilotlar, savcılar, polisler de. Herhalde bu kadar geniş bir kesim tarafından kullanıldığı için de Bylock’ta en sık kullanılan üç şifre qwe123!@, 12345 ve 1453 gibi basit şifreler.

En ilginci ise 15 Temmuz Darbesi’nin Yurtta Sulh Konseyi üyesi olmaktan yargılanan 38 askerden sadece ikisinin Bylock kullanıcısı olduğunun tespit edilmesi. (Murat Koçyiğit, Turgay Sökmen)

486 sanıklı Akıncı Davası’nın da aralarında Adil Öksüz, Hakan Çiçek, Harun Biniş gibi sivil imamların da olduğu sadece 12 sanığı Bylock kullanıcısı.

Yani aslında Bylock kullancısı olmaki 17/25 Aralık’tan sonra cemaat mensubiyetinin delili.

Cemaat diyoruz çünkü henüz FETÖ ve terör örgütü tanımlaması yoktu. Mart 2014’te telefonuna bir cemaat mensubu bylock indirdiğinde, örgütün bütün kurumları legaldi ve aktifti.

Bu yüzden Bylock listelerini MİT, yargı kurumlarına gönderirken kırmızı, turuncu, mavi gibi üç dereceye bölerek göndermişti Ama bazı mahkemeler bu ayrımı yaparken bazıları yapmadı.

Sonunda Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Bylock’u indirmenin “bu ağa dahil olan sanıkların ağ içinde başka bir kişi ile görüşme yapmış olması da gerekmez” diyerek örgüt üyeliğine kesin delil olarak kabul etti. Böylece Bylocklu olanlar hakkında örgüt üyeliğinden 6 yıl 10 ay 15 gün ceza verilmeye başlandı.

Bu sayı bir rivayete göre 215 binlerden, “üç kullanımın üstündeki” gibi bir kriterle 100 binlere düşürüldü. Son olarak da MİT çözdüğü konuşma içeriklerini mahkemelere göndermeye başladı ve bazı mahkemeler bu içeriklere bakarak kararlarını veriyor. Tahliye olanlar var.

Ama örgüt üyeliğinden ceza almak için Bylock kullanmış olmak da gerekmiyor.

Örneğin Burdur'un Ağlasun İlçesi'nde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü'nde mühendis olarak görev yapan Hakan Ö.ye “2013 yılı öncesi ve sonrasında örgütün ilçe imamıyla telefonla görüştüğü, sohbet toplantılarına katıldığı,  Zaman gazetesine abone olduğu ve kızını  Altınbaşak adlı okula verdiği” gibi delillerle FETÖ üyeliğinden 6 yıl 10 ay hapis cezası aldı.

Cezaya Yargıtay’da itiraz etti. Ve Bylock’u örgüt üyeliğine net delil olarak kabul eden kararı veren aynı Yargıtay 16. Ağır Ceza Dairesi bu kararı “örgütün nihai amacını bildiği ve hiyerarşiye dahil olduğu yönünde bir delilin olmadığı, sempati ve iltisak boyutunda kaldığı” gerekçeleriyle bozdu.

Özellikle üyeliğe “örgütün nihai amacını bilmek ve hiyerarşiye dahil olmak” kriterinin getirilmesi önemli.

Çünkü şu anki yargılamalarda Bitlis’te, ‘bir dini cemaate’ para verdiğini düşünen esnafla, yıllarca gizli bir örgütlenme içinde yer alıp, darbe girişiminde köprüde halkın üzerine ateş açmış subay aynı örgütün üyesi statüsünde ve ikincisinin işlediği suçlar, birincisinin de omuzlarına yüklenmiş durumda.

Halbuki bu cemaate devlet ve toplum tarafından meşru bir dini cemaat olarak görülürken girmiş, dini güçlü bir bağ kurmuş, bu yüzden 17/25 Aralık sonrası daha güçlü bağları olan cemaatinin yolsuzluk soruşturması hikayesine inanmış ve cemaatin içinde kalmış pek çok kişi 15 Temmuz 2016’dan itibaren darbe denemiş, insanları öldürmüş bir terör örgütünün içinde kendilerini buldu, bu yüzden tutuklananlar ya da işini kaybedenler oldu.

Bu durumun birincil sorumlusu Fethullah Gülen’in kendisi.

İslami hassasiyetlerle, Türkiye’deki katı laiklik uygulamalarına kızarak, vaazlarına inanarak, yöntemlerini beğenip para vererek, okullarına, dershanelerine giderek, yurtlarında evlerinde kalarak, meşru, herkesin desteklediği bir dini cemaat olduğunu düşünerek kendisinin şakirti, sempatizanı olmuş insanlara en büyük tuzağı o kurdu.

İnsanları davet ettiği meşru cemaatin içinde, cemaat mensuplarının çok azının parçası olduğu ya da ayrıntılı olarak bildiği “hususi hizmetler”, “özel hizmetler” diye bir yapı kurdu ve bu yapıyla suçlar işledi, son olarak da kanlı bir darbe girişimde bulundu.

Böylece ortaya sınırları belirsiz bir örgüt çıktı. Bu örgütün kalabalık bir kesiminin üzerine, daha dar bir kesiminin işlediği suçlarının yükü çöktü.

Fethullah Gülen’in kendi şakirtlerine ikinci kötülüğü de yaptıklarının sorumluluğunu da almayarak “darbe tiyatrosu, bylock, maylock” diye yalan söyleyerek mensuplarının özeleştirilerini yaparak daha az zararla bu işten kurtulmalarını engellemek oldu.

Cemaat mensubiyeti, suç işlediğine dair bir kanıta ihtiyaç olmadan bu suç örgütünün üyeliğiyle eşitlenince de bu yapıyla ilişkisi nedeniyle tutuklanan, işinden olanlar için geriye tek yol olarak cemaat mensubiyeti, bylock kullanıcısı olduğunu inkar etmek kaldı. Bu yalanlar ortaya çıktıkça da daha fazla kriminalize oldular.

Halbuki devlet mensubiyeti suç kabul etmeyip, darbeyle ilişki, yöneticilik ya da örgüt için somut bir suç işlediğine dair deliller arayarak hüküm verseydi, çok daha fazla kişi bildiklerini doğru olarak anlatılır, çözülme hızlanır, sorun büyük kalabalıklara değen bir sosyolojik yaraya dönüşmeden çözülebilirdi. Ayrıca bu yöntem esas suçları işleyen ve hali hazırda suç işleme potansiyeli de olan gizli “hususi hizmetlerin” deşifre edilmesini de kolaylaştırırdı.

Ama devlet onurlu bir çıkış kapısı açmayınca, FETÖ lideri de inkarla, tuzağa düşürdüğü bağlılarının özeleştiri ve yüzleşmelerini engelleyince sorun cezaevlerinin fiziki şartlarını zorlayan rakamlara ulaştı.

Yargıtay’ın son kararı adaletin, aklın, FETÖ ile daha iyi hesaplaşmanın ve toplumsal barışın kapısını açabilir.