Açılım değil toplumsal barış

İSMAİL KILIÇARSLAN

VAN 25.11.2014 13:40:33 0
Açılım değil toplumsal barış
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Sevgili Süheyb Öğüt, ‘Alevilere özür borçluyuz’ isimli şahane bir yazı kaleme aldı. Tamamının okunmasında büyük yarar gördüğüm bu yazının en dikkat çekici paragraflarından birinde şunları söylüyordu Süheyb: ‘Irkçı Sünni'ye göre Alevi ‘mum söndü’ yapar; yediği yemeğe tükürür; pistir ve Müslüman olmadığı gibi Müslüman olması için de altındaki taşı eritene kadar gusül abdest alması gerekmektedir. Kısaca ırkçı Sünni için Alevi aşırı ‘keyif’ yüklü bir ‘keyif hırsızı’dır.’

Süheyb Öğüt ‘ırkçı Sünni’ diye bir kavramsallaştırma yapıyor ve bu kavramsallaştırmada da son derece haklı. Haklı, zira Osmanlı’nın genelde Türkmenlere, özelde Alevilere reva gördüğü 400 yıllık muameleyi yok sayıp ‘Bu Aleviler niçin kendilerini Dersim’de öldüren CHP’ye oy verir ki?’ diye sormak cidden saçma.

Şunun adını şöylece koyalım. Alevilik, neredeyse 400 yıldır ‘öteki’ olarak konumlanmış ve bu konumlanmanın bütün acılarını yaşamış bir kimlik.

Süheyb’in yazısını okumaya devam edelim: ‘Alevilerin mukîm olduklarını bildiğim pek çok Anadolu şehrinde Sünnilerin Ermeni, Yahudi ve Rumlarla şehir merkezinde uzun bir zaman boyunca bir arada yaşadıklarını ve fakat Alevileri, değil şehir merkezine kabul etmek onlara selam bile vermediklerini biliyorum. Bir Müslüman için bundan daha büyük bir utanç olabilir mi?! Ebu Cehil’in bile ayağına defâlarca giden bir Peygamber’in(sav) ümmeti olduğunu söyleyenler, İslam’ı muayyen noktalarda nakzettiklerini düşündükleri, o (‘eline, beline, diline hakim ol’ diyen) müeddep insanlarla nasıl irtibatlarını keserler?’

İşte geldik meselenin ek yerine. Osmanlı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘makbul vatandaş’ anlayışında Alevilerin Sünni gibi yaşayacağı, Sünnilerin de ‘seküler yaratıklara’ dönüştürüleceği bir düzlem öngörüldü. Güya Alevileri ‘vatandaş’ olarak gören idare-i cumhuriyet, bir yandan kendi resmi partisinin oy deposu olarak Alevileri gördü, bir yandan da Alevilerin ‘temsil ve hak sorunu’ için neredeyse hiçbir şey yapmadı. Cemevlerini kapatan, Diyanet teşkilatını bütünüyle Sünnileri temsil eden bir yapı olarak kurgulayan, Alevi dedelerini dikkate bile almayan Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisi değil mi?

Demem o ki, Sünnilerle Alevilerin bir arada yaşamasını engelleyen, iki kimliği birbirine düşman olarak kurgulayan ve bunu da maalesef başaran o ‘kafa’ Osmanlı’dan bu yana hiçbir kesintiye uğramadan gelmiş bir kafadır.

Bir kez söylemiş idim, yine de söyleyeyim: ‘Bana ne kimin neye inandığından?’

Alevilerin kendilerini nasıl ve ne olarak tanımladıkları benim için sadece bir entelektüel merak konusudur, bir gram fazlası değil. İster ‘İslam’ın bir yorumudur’ desinler, ister ‘mezhep’ desinler, ister ‘tarikat’ desinler. Bana ne?

Doğrusu, bir Sünni olarak Alevilerle ilgili beni ilgilendiren tek şey, bir ‘vatandaş’ olarak Alevilerin bir Sünni ile eşit şartlarda konumlandırılmasıdır. Hepsi bu.

Bu bakımdan, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Tunceli ziyaretinde yaptığı konuşmaları o denli yerli yerinde, o denli önemli buldum ki. Çok net bir mesaj verdi orada Davutoğlu. Dedi ki: ‘Tek taraflı bir empoze değil... ‘Benim dünyamın, benim düşüncelerimin, benim iddialarımın farkındaysan sana saygı duyarım’ değil. Yeni bir kültürel alan inşa edelim. Ya ayrıştırıcı olacağız, ‘biz ve siz’ diyeceğiz ya da içselleştirici bir dil kullanacağız.’

Bu meselenin halli için psikolojik eşiğin aşılması, zihni faaliyetlerin çoğaltılması ve eşit vatandaşlık bilinci adımlarını önemsediğini söyleyen Başbakan, anlaşılan o ki Alevilerin sorunlarının aşılması için ciddi bir sorumluluk yüklenecek. Bu durumda biz Sünnilere düşense ‘kendin için istediğini Müslüman kardeşin için de istemezsen...’ hükmünden hareketle Alevilerin haklarının verilmesi için Ahmet Davutoğlu başta olmak üzere bu meseleyi kendine dert edinmiş herkese kesintisiz destek vermektir.

Ben, Aleviler için kullanılan ‘açılım’ kavramı yerine ‘toplumsal barış’ kavramını tercih ediyorum. Zira bu toplumsal barışı sağlayamadan ‘hedefleri, idealleri, amaçları’ olan bir ülke haline gelemeyeceğimizi ta yüreğimde hissediyorum.

Ne diyordu Süheyb Öğüt: ‘Ve artık Alevi’nin karşısına geçtiğimizde ilk işimiz Alevi’nin bizim gözümüzdeki ontolojik ve epistemolojik tutarsızlıklarını kendisine haykırmaya çalışmak olmamalıdır. Bunun yerine evvela hakkında kurulmuş olan kadim ırkçı fantezilerden ne kadar utandığımızı, kendisine ne kadar mahcup hissettiğimizi anlatmak mecburiyetindeyiz. Şayet tebliğ ve temsil edeceksen; ve Alevi’nin de kendisini tebliğ ve temsil etmesine müsaade edeceksen Müslüman kardeşim, bunun tek yolu budur!’