ABD ile gerilim neden yumuşamıyor?

Mehmet Acet

VAN 9.08.2018 11:21:45 0
ABD ile gerilim neden yumuşamıyor?
Tarih: 01.01.0001 00:00

“Türkiye’nin Başkanı Tayyip Erdoğan ile Başkan Trump NATO’daki son karşılaşmalarında yumruk tokuşturmuşlar, Trump Erdoğan’ı kastederek, ‘Onu seviyorum, onu seviyorum’ diye cümle âleme ilan etmişti.”


New York Times’ın Türk-Amerikan ilişkilerinde en son Brunson krizi olarak karşımıza çıkan gerilimi anlattığı yazı böyle bir cümle ile başlıyor.

Devamının nasıl geldiğini hepimiz biliyoruz.

Gerilime bir son vermek amacıyla Washington’a gönderilen 9 kişilik heyet, dün ilk görüşmesini ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ile yaptı.

Hatırlayalım, ABD’ye böyle bir heyet gönderileceği haberi, iki gün önce kamuoyuna “Ön mutabakat sağlandı” kulis bilgisi eşliğinde yansımıştı.

Nerede duracağı belli olmayan doların ateşini nispeten düşüren faktör de, “Diplomatik kaynaklardan edinilen” bu bilgi olmuştu.

Ankara, krizi sakin sularda yönetme arzusundaydı.

Ancak devamında Amerika tarafından gelen resmi açıklama, sanki ortalığa krizin aşılacağına dair iyimser bir havanın yayılmasını istemiyorlarmış gibi yansıdı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Neather Nauert’in “Rahip Brunson’ı ABD’de görmek istiyoruz, ama öyle görünüyor ki, henüz öyle bir ilerleme yaşanmadı” açıklamasını başka türlü nasıl anlayabiliriz ki?

SORUN ÇÖZÜLÜYOR MU SORUSUNA GELEN YANIT

Bu gerilim patlak verdikten sonra geçen hafta, Ankara kulislerine “Sorun kısa sürede çözülecek” anlamına gelen bir yorum daha düşmüştü.

Onun üzerine ABD ile yürütülen müzakerelerin bütün detaylarına hâkim olduğunu bildiğimiz bir isme, “Kriz çözülüyor mu, kısa vadede çözülecek kulisini dikkate alalım mı” diye sormuştum.

Gelen yanıt şöyleydi:

“Henüz değil, ama girişimler devam ediyor.”

Aradan bir hafta geçtikten sonra aynı cümlenin geçerlilik süresinin henüz sona ermediği de anlaşılabiliyor.

Ankara adına müzakereleri yürütenlerin daha çok ekonominin hassas durumunu gözeterek serinkanlı bir şekilde hareket ettiğini gözlemliyoruz.

ABD tarafında ise, “Biz bir bedel ödemiyoruz, siz ödüyorsunuz” anlamına gelecek bir pervasızlık hali.

Serinkanlılık derken, teslimiyetçi bir tarz anlaşılmasın.

Öyle olsaydı, Brunson şimdiye kadar çoktan ABD’ye gönderilmiş olurdu.

Bu durumda “Sahiden ne oluyor” diye düşünmemiz, eldeki bilgilerle izlenimleri birleştirip bir kanaat sunmamız gerekecek.

İKİ PAZARLIK GÜCÜNÜN ÇARPIŞMASI

Yazının girişinde söz ettiğim New York Times’ın analizinde göze çarpan bir ifade krizin içinde bulunduğu aşama konusunda bir fikir verebilir.

Gazete için yaptığı haber/analizi İstanbul’dan geçen New York Times muhabiri, hem Trump’ın, hem de Erdoğan’ın “sıkı pazarlık yapan kişiler” olduğunu okuyucularına hatırlatıyor.

Evet, işin uzamasının bir nedeni bu olabilir.

Hem Trump’ın hem Erdoğan’ın, bulundukları pozisyondan vazgeçmemeleri, pazarlık gücünü zayıflatmak istememeleri.

Erdoğan’ı Trump’tan daha iyi tanıyoruz.

İsmini pazarlık gücü ifadesi ile yan yana getirdiğimizde, zihnimiz 2004’ün Aralık ayına, Brüksel’de 27 AB ülkesine kök söktüren sıkı pazarlık günlerine kadar gidiyor.

Bu krizde de, Erdoğan’ın ‘kazan kazan’ anlamına gelebilecek bir sonucu önceden görmeden ‘tamam’ diyeceğini ben kişisel olarak öngörmüyorum.

Hele hele “Ver kurtul”, “Teslim ol kurtul” yönteminin üreteceği bir sonucu, hiç öngörmüyorum.

Amerika tarafında ise, krizin ekonomiye olan etkisini, ya da zaten sorunları olan ekonominin bu krizden etkilenmesini fırsata dönüştürme niyeti kendisini çok belli ediyor.

Belli ki, krizin Türkiye ekonomisine ilave maliyetler getirmesiyle, Amerikan dış politikasının temel enstrümanlarından biri olan ‘şantaj kartı’, ‘lisan-ı kâl’ ile olmasa da ‘lisan-ı hâl’ ile devreye sokulmuş durumda.

İşaret diliyle, “Bu işi uzatırsanız başınıza neler geleceğini biliyorsunuz değil mi” diyorlar sanki.

Bizim buralarda ise, “Şu adamı gönderelim de kurtulalım” diye düşünenler çoğunlukta olabilir.

Kişisel olarak meselenin inatlaşma haliyle değil de, bu şekilde yani ‘uhulet/suhulet’ diliyle yürütülmesini ben de destekliyorum.

Ama istedikleri adamı göndersek dahi, acaba işin devamı nasıl gelişecek sorusunu da akıldan çıkarmamak kaydıyla.

Bir soru daha soralım:

Amerikalıların, “Madem Türklere diz çöktürdük, bu işi burada bırakmayıp diğer bütün konularda da yaptırım sopasını kullanalım” demeyeceklerinin bir garantisi bulunuyor mu?

YENİ ŞAFAK