24 Haziran Seçimleri: Adaleti ve Maslahatı Birlikte Gözetmeliyiz!

RIDVAN KAYA

VAN 20.06.2018 09:50:06 0
 24 Haziran Seçimleri: Adaleti ve Maslahatı Birlikte Gözetmeliyiz!
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

24 Haziran Seçimleri: Adaleti ve Maslahatı Birlikte Gözetmeliyiz!


24 Haziran seçimleri yaklaştıkça AK Parti iktidarının önceki dönemde dindar kesimler nezdinde büyüttüğü iyimserlik havası giderek zayıflarken, Türkiye’yi daha riskli, daha gerilimli bir sürecin beklediğine dair kaygılar artıyor.

Siyaset etme tarzının giderek daha kişisel ve otoriter bir renge büründüğü, yargıda keyfiliğin vicdanlarda derin yaralar açtığı, doğru ve güzel icraatlara destek olma anlayışının yerini holiganlığa, fanatizme, tazim ve yüceltme kültürüne bıraktığı can sıkıcı bir ortam mevcut.

AK Parti otoriter-devletçi anlayışı reddeden, gelenekselleşmiş, kurumsallaşmış tabuları yıkan bir eğilimden, milliyetçi-devletçi dili giderek daha fazla içselleştiren bir siyasete sürüklenmekte. Olağanüstü gelişmelerin ortaya çıkardığı ‘mecburiyet hali’ ile izah edilmeye çalışılan MHP ile ittifak süreci kalıcı ve boğucu bir kader birliğine dönüşme yolunda.

Ne yazık ki, bu ülkede her zaman kanayan bir yara olma potansiyeli taşıyan Kürt sorununa yönelik onca cesur adımın ardından yeniden kaba ve hamasi bir yaklaşımla Türk milleti, Türk bayrağı söylemlerine avdet edilmiş durumda.

Yargı mekanizmasının işleyişine hakim kılınan keyfilik ve tahammülsüzlük neticesinde vicdanları sızlatan kararlar çoğalıyor. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele şiarıyla yola çıkıldığı hatırlandığında, gelinen yer ciddi manada sıkıntılara, gerilemelere işaret ediyor.

Ve ortada bunca sıkıntı, düzeltilmesi gereken sorun varken, erken seçimin hangi yaraya merhem olacağını kestirmek ise hiç mümkün görünmüyor. Erken seçimin AK Parti’ye şu anda sahip olunanın fevkinde ne sağlayacağı sorusu orta yerde dururken, kaybetme riski giderek daha kaygılı bir bekleyişe ve ister istemez hırçınlaşmaya yol açmakta.

İstişarenin Dışlanıp Reis Kültünün Hakim Kılınmasının Maliyeti

AK Parti açısından asli sorun Tayyip Erdoğan’ın ‘metal yorgunluğu’ kavramıyla gündemleştirdiği şekliyle teşkilat yapısında ortaya çıkan şevksizlikten, bitkinlikten kaynaklanmıyor. Bu bir netice, siyasal-toplumsal yapıda ortaya çıkan yorgunluğun, yılgınlığın bir yansıması sadece.

Bu duruma kaynaklık eden olgular görmezden gelindiğinde ise durumu düzeltme imkânı da elden gidiyor, cansızlık, moralsizlik katlanıyor. Öyle ki, muhalefetin ciddi bir tez ortaya koyamaması, gerçek manada alternatif olamaması, tümüyle popülizme saplanıp inandırıcılıktan hepten uzaklaşması bile avantaja dönüşmüyor, iyimser bir atmosferin gelişmesine yetmiyor.

24 Haziran’da karşılaşılması muhtemel tablo ne olabilir, diye düşündüğümüzde halen avantajlı konumunu korumasına rağmen iktidar partisi açısından rahat bir seçim yaşanacağını söylemenin güçlüğü her geçen gün biraz daha belirginleşiyor. Nitekim olağanüstü halin kaldırılmasından bedelli askerliğe kadar bir dizi konuda çark edilmesi, meydanlarda halka birbiri ardına vaad paketleri açıklamak durumunda kalınması da bu durumu yansıtıyor.

Belki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tayyip Erdoğan çok zorlanmayacaktır ama Meclis aritmetiğinde AK Parti’nin şu anda sahip olduğu avantajı sürdürebilmesi hiç kolay gözükmüyor. HDP’nin barajı geçmesi durumunda ise AK Parti’nin MHP’ye sürekli olarak mahkûm bir pozisyona düşmesi kuvvetle muhtemel. Oysa Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilirken en sık tekrarlanan vaadlerden birinin ‘koalisyon dönemlerine veda’ olduğunu hatırlıyoruz!

Ne gariptir ki, seçimlerin normal vaktine daha bir buçuk yıl varken, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin iteklemesiyle erken seçim kararı alındı ve şu anda AK Parti halen sahip olduğu Meclis çoğunluğunu kaptırma ve MHP desteğine mecbur kalma riskiyle karşı karşıya. Bu da gelecek dönemde her aşamada, her kararda MHP’nin taleplerine, dayatmalarına boyun eğme sonucunu doğurabilir. Nasıl tevil edilmeye çalışılırsa çalışılsın bu durumun akıl almaz bir garabet olduğu görmezden gelinemez.

Kaygılanmayı Gerektiren Gelişmelerle Karşı Karşıyayız!  

AK Parti’nin Cumhurbaşkanlığı ya da Meclis seçimlerini kaybetmesi durumunda ortaya çıkacak manzara İslami camia açısından açık bir riske işaret ediyor. Gerek Kemalist resmi ideolojik devlet yapısına karşı AK Parti iktidarı döneminde elde edilen kazanımların, daha önemlisi ise Ümmet coğrafyasıyla irtibat ve ilişkilerin gerilemesi, olumsuz etkilenmesi ihtimali ciddi bir tehlikedir. Bu durumda nasıl bir tavır takınılması gerektiği sorusu öne çıkmaktadır. 

Öncelikle seçimler gibi, ülke ve bölge politikaları üzerinde önemli etkiler uyandırması kaçınılmaz bir gelişmeye ilgisizlik düşünülemez. Nasıl bir tavır alınacağı; siyasi aktörler arasında tercih yapılıp yapılmayacağı; hangi siyasi çizginin destekleneceği veya reddedileceği vb. sorular tartışılabilir ama bir bütün olarak süreci takip ve tahlil etmek sözü olan insanların kaçınamayacağı bir görevdir. Yine bu gözlem ve değerlendirmeler neticesinde genel manada Müslümanların maslahatına uygun bir tavır belirlemek; neyin lehimize, neyin aleyhimize sonuçlar doğuracağını bilerek hareket etmek elzemdir.

Bu zaviyeden bakıldığında hem genel manada Müslümanların taleplerinin karşılanması açısından ve hem de aksi durumda karşılaşılabilecek sıkıntılar, güçlükler dikkate alındığında Erdoğan ve AK Parti iktidarının devamından yana olunması anlaşılabilir bir taleptir.

Son kertede sahnedeki aktörlerin tümünün konumları bellidir, biz de konumumuzu buna göre belirlemek durumundayız. Konjonktürel olarak düşmanca söylemlerini terk etmeye mecbur kalmış ama işledikleri zulümlerle asla yüzleşmemiş, kirli geçmişlerine dair hiçbir pişmanlık izhar etmemiş kimisi solcu, kimisi ırkçı-şoven, Kemalist çevrelerin beyanlarına itibar etmek akıl kârı mıdır? İnsan hakları ve özgürlükler denilince cinsi sapkınlığı, ifsadı yaygınlaştırmayı kendilerine bir numaralı hedef seçenleri, her fırsatta kardeşlik sakızı çiğneyip muhacirlere yönelik nefret dalgası körükleyenleri tanımıyor muyuz?

Şüphesiz bizi de çok derinden rahatsız ediyor ve şiddetle eleştiriyoruz ama AK Parti’nin MHP ile ittifakını Kürt halkına karşı düşmanlık olarak kodlayanların tutarlılıktan ne kadar uzak olduklarını da iyi biliyoruz. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra MHP ile hükümet ortaklığına can atanların, hatta hükümet ortaklığına bile kabul edilmedikleri halde Bahçeli’nin Başbakanlığına dışarıdan destek vermeye razı olan Kürt milliyetçilerinin bugün MHP karşıtlığı üzerinden propaganda yapmaları iki yüzlülük değil midir?

Aynı şekilde siyasi arenada kendilerine küçük de olsa bir yer açma ihtirasıyla bu kirli ittifaka dahil olan ‘mahallemiz’in kimi unsurlarının samimiyet ve tutarlılıktan uzak beyanlarını niye ciddiye alalım? AK Parti’ye muhalefet edeceğiz diye Beşşar zaliminin ayağına kadar gidenlere neden güvenelim?

Mevcut gidişattan rahatsızlığımız, izlenen politikalara yönelik eleştirilerimiz, itirazlarımız İslami kimliğe ve Ümmete asla dost olmamış ve ellerine fırsat geçtiğinde düşmanlıkta sınır tanımadıklarını her zaman göstermiş çevrelerin pozisyonuna düşmeye, onlarla yan yana durmaya kesinlikle izin vermez. Bilakis bu çevrelerden, anlayış ve kadrolardan beri olduğumuzu net bir şekilde ortaya koymalıyız.

Kimliksel Tutarlılık Mesafe Gerektirir!

Buna karşılık AK Parti’nin İslami kimliğe ve Ümmete daha yakın durması, en azından bir düşmanlık tutumu içinde olmaması şartsız desteklenmesini; doğrusuyla yanlışıyla sahiplenilmesini; birtakım olumlu icraatlarının bedeli olarak adeta günahlarına da ortak olunmasını ya da sessiz kalınmasını gerektirmez. Bu manada rakiplerinin içerdiği tehdidi bertaraf etme adına AK Parti ile özdeşleşmek de ciddi bir risktir, kimlik bulanıklığına yol açması muhtemel bir sapmadır.

Ne yazık ki, AK Parti iktidarı sürecinde İslami camia içinde pek çok yapı, çevre ve şahıs olumlu görülen söylem ve politikaları destekleme adına kendi özgün kimliklerini anlamsızlaştıracak ölçüde bir yakınlaşma, özdeşleşme tutumu içerisine girmiştir. Bu tutumun tabi neticesi olarak, yer yer iktidarın gündemine ve politikalarına tümüyle eklemlenme hali ortaya çıkmıştır. Oysa boyutu tartışılabilir, farklı gündem ve gelişmelere bağlı olarak uzar ya da kısalır ama mutlaka bir mesafe olması şarttır. Az ya da çok bir mesafenin korunamaması durumunda İslami yapıların ayrı bir varlık sürdürmelerinin anlamı da, değeri de kalmayacaktır.

Yine AK Parti iktidarının ortaya koyduğu birtakım söylem ve icraatlara ilişkin olarak İslami sorumluluk sahibi çevre, şahıs ve yapıların mutlaka sorgulayıcı bir tavır sergilemeleri, eleştirel bir tutum içinde olmaları gereklidir. Bilhassa son dönemde bir hayli yükseltilen devletçi-milliyetçi yaklaşımlara ve yine devletin beka kaygısı öne sürülerek meşrulaştırılmaya çalışılan hukukdışı uygulamaları tartışmak, yanlışlara tavır almak hayati önemdedir.

Aksi durumda gerek bugün yaşayanlar, gerek sonraki nesiller için İslami söylem ve değerler adına, Müslümanlar adına son derece kötü bir imajın yerleşmesine yol açılmış olur. Oysa Müslümanlar kim yaparsa yapsın, hangi ‘zorunluluk’ gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılırsa çalışılsın yanlışa, ifsada, zulme, harama göz yumamazlar, göz yummamalıdırlar!

Ne Tarafsızlık, Ne de Holiganlık!

Bununla birlikte yapılan yanlışların, haksızlıkların görmezden gelinmesini, sineye çekilmesini asla gerektirmemekle birlikte Erdoğan ve AK Parti iktidarının mevcut seçenekler içinde tercihe şayan olduğu da açık bir gerçektir. Ve yine elbette Bangladeş İslami hareketinden Hamas’a, Arakanlı mazlumlardan Suriye direnişine kadar Ümmet coğrafyasına, mazlum kardeşlerimize sahip çıkan, destek olan bir anlayışın gidip, açıkça şebbihalık yapanların iktidara yerleşmesini arzu edecek değiliz.

Suriyeli muhacirlere düşmanlık duygularını kışkırtmak suretiyle oy devşirmeye kalkan, darbeci Sisi’ye selam çakıp, İhvan’a düşmanlık besleyenlerin, içeride-dışarıda İslami hareketlere karşıtlıklarını gizlemeyenlerin geminin dümenine hakim olmalarının ne tür sonuçlar doğuracağını kestirmek hiç de zor olmasa gerek!

Süregelen birtakım icraatlara, ilişkilere, söylemlere duyulan kızgınlık ve öfkenin İslami camia içinde kimi çevreleri iktidar değişimi ihtimalini umursamazlıkla karşılamaya, hatta yer yer temenni eder hale sevk ettiği görülebilmektedir. Oysa bu tür yaklaşımlar sorumlu bir bakış açısını yansıtmaktan uzak, duygusal tepkilerdir ve Ümmetin maslahatını görmezden gelmek anlamına gelir. Çünkü birileri gittiğinde yerlerine kimlerin geleceği bellidir! Ve bu gelecek olanların gerek dahili siyasetlerinde neler yapabilecekleri, gerekse de bu ülkeye sığınmış mağdurların hayatını nasıl zorlaştırabilecekleri rahatlıkla tahmin edilebilir.

Bunlar temelsiz kuruntular değil, bilakis sorumluluk bilinciyle dikkate alınması elzem endişelerdir. Coğrafyamızın dört bir yanında ezilen, horlanan, katledilen mazlumlara uzanan dostluk, kardeşlik elinin kesilme riski bizi kaygılandırmalıdır.

İcraatlarını, politikalarını çeşitli yönlerden eleştirebiliriz, tartışabiliriz ama Tayyip Erdoğan’ın mazlum Ümmet coğrafyamızda her şeye rağmen bir umut ışığı olarak algılandığı gerçeğini görmezden gelemeyiz. Aynı şekilde her yönden kuşatılmış, çok boyutlu saldırı ve zulüm altındaki kardeşlerimizi hayal kırıklığına sürükleyecek, moral bozukluğuna sevk edecek gelişmeleri umursamazlıkla karşılayamayız!

Sonuç olarak bir yandan Ümmetten yana, mazlumlardan yana, haktan, adaletten yana icraatlara destek verirken, bu doğrultuda ortaya konan sözlerin, politikaların arkasında dururken, aynı zamanda haksızlık ve zulüm içeren söylem ve eylemleri reddedebilme, iktidar sahiplerinin yanlışlarına ortak olmama basiretini de mutlaka gösterebilmeliyiz.

Mevcut şartlarda Türkiye’de AK Parti iktidarının sürmesi genel manada Ümmetin lehinedir, Ümmetin maslahatını görmezden gelemeyiz. Bununla birlikte iktidarın yanlışlarına tavır almak, karşı çıkmak da her şart altında ifa etmemiz gereken sorumluluğumuzdur, bundan da asla geri duramayız!