Demokratik Ezberleri Gözden Geçirmeye Davet“

Kemal Gözler, milli iradeye karşı yeniden bürokratik vesayet öneriyor” başlığını “beğenecek” kimbilir ne kadar çok sosyal medya kullanıcısı çıkacaktır. Kaynak: Demokratik Ezberleri Gözden Geçirmeye Davet

SİYASET 29.12.2018 09:00:12 0
Demokratik Ezberleri Gözden Geçirmeye Davet“
Tarih: 01.01.0001 00:00

Alper Görmüş, Serbestiyet.com sitesinde yayınladığı iki yazısında Anayasa hukukçusu Kemal Gözler’in makaleleri üzerinden analizlerde bulunuyor:

Türkiye’nin en yetkin anayasa hukukçularından Kemal Gözler, kendilerini kabaca “liberal demokrasi” savunucusu olarak görenlerin (ki kendisi de onlar arasında yer alıyor), “doğru” cevaplarını neredeyse ezber ettiği sorular soruyor; yani Kemal Gözler, liberalleri ve demokratları, demokratik ezberlerini gözden geçirmeye davet ediyor.

Türkiye’nin en yetkin anayasa hukukçularından Prof. Kemal Gözler, birbiri peşi sıra çok önemli iki makale kaleme aldı: Hukuk Nereye Gidiyor?* ve Demokrasi Nereye Gidiyor?**

Gözler, her iki makalesinde de bazı gözlemlerde bulunduktan sonra, kendisinin “hazır ve kesin çözüm önerilerinin” olmadığını teslim ettiği bir dizi soru soruyor. Kendilerini kabaca “liberal demokrasi” savunucusu olarak görenlerin, “doğru” cevaplarını neredeyse ezber ettiği sorular bunlar; yani Kemal Gözler, liberalleri ve demokratları, demokratik ezberlerini gözden geçirmeye davet ediyor.

Kemal Gözler, özellikle ikinci makalesinde öyle kritik, öyle beyin kurcalayıcı sorular soruyor ki, bunların, başta hukukçular olmak üzere Türkiye’nin hukuk ve demokrasi sorunları üzerine yazıp çizen kesimleri arasında ancak pek cılız bir ilgi ve heyecan uyandırabilmiş olması, umut kırıcı...

Bu son paragrafla, Türkiye’nin vesayetçi demokrasiden kurtulma mücadelesinin bir parçasını oluşturan ve kabaca 2000-2010 arasına tarihlenen hukuki düzenlemelerin isabetine dair soruları kast ediyorum ki, Kemal Gözler, zamanında çoğunu kendisinin de onayladığını teslim ediyor.

Hangi demokratik ezberler masaya yatırılıyor?

Soruların entelektüel açıdan ne kadar kışkırtıcı, dolayısıyla onlara gösterilen cılız ilginin ne kadar umut kırıcı olduğunu gösterebilmek için, bu soruların hangi alanlara dair olduğunu birkaç örnekle dikkatinize sunmak isterim...

Mesela (1): Seçim sistemlerinin, “Popülist liderlerin parlâmentolarda anayasayı değiştirme çoğunluğunu tek başına elde etmeleri”ni engelleyecek şekilde yeniden düzenlenmesi...

Mesela (2): Popülist liderler, anayasaları değiştirmek için parlamentoda nitelikli çoğunluğa ulaşamadıklarında yüzde 51’in yettiği referandumlara baş vuruyorlar... “Bu nedenle anayasa değişikliği sürecinde referandum usûlüne yer verilip verilmemesi hususu”nun yeniden tartışılması...

Mesela (3): “Çağdaş batı demokrasilerinde ve keza bizde, anayasa mahkemelerine yürütme ve yasama organlarının belli oranda üye seçmesi makul bir çözüm olarak görüldü...“ Fakat bu uygulamanın yaşanan sonuçları, bizi bu konu üzerinde düşünmeye sevk ediyor. (Kemal Gözler’e göre aynı şey Hâkimler ve Savcılar (Yüksek) Kurulu seçimleri için de geçerlidir.)

Dahası da var... Fakat gerek yukarıda verdiğim birkaç örneğin açılımları, gerekse de demokrasiyi geliştirmesi umulduğu halde tam tersi yönde etki yapan başka “demokratik ezber”ler, 24 Aralık pazartesi günkü yazımın konusunu oluşturacak.

Bugün, Kemal Gözler’i demokratik ezberlerimizi gözden geçirmeye sevk eden ve ona “nerede hata yaptık?” sorusunu sordurtan kendi “gözlemler”ini ele alacağım.

Türkiye ve benzeri ülkeler

Hemen belirtmek gerekir ki, makalelerin konusunu münhasıran Türkiye oluştursa da, Kemal Gözler, demokrasiyi ve hukuku cendere altına alan iktidarların aslında bir kategori oluşturduğunu ve bunların küresel çapta bir “dalga”nın ürünü olduğunu savunuyor. Gözler’in makalelerinin doğrudan Türkiye’nin tartışıldığı bölümlerine geçmeden önce, Türkiye’deki hukuk ve demokrasi sorununun dünyadaki hangi “dalga” üzerine oturduğunu ele alan satırları arasında bir tur atalım:

“Aşağı yukarı on yıldır, Türk demokrasisi bir gerileme dönemi içinden geçiyor. Yıldan yıla demokrasiden uzaklaşıyoruz.

“Hemen belirtelim ki, bu olgu sadece bizde değil, derecesi farklı olmakla birlikte, Rusya, Macaristan, Polonya, Venezuela, Bolivya gibi başka ülkelerde de görülüyor.”

***

“Bu olgunun gözlemlendiği ülkelerin rejimi, tam bir otoriter rejim değildir; zira bu ülkelerde seçimler yapılmaya devam edilmektedir. Ancak bu ülkelerin rejimi tam anlamıyla demokratik de değildir; çünkü bu ülkelerde temel hak ve hürriyetler yaygın olarak ihlâl edilmekte, hukuk devleti ilkesi çiğnenmekte, çoğulcu toplum yapısı adım adım ortadan kaldırılmaktadır.”

***

“Son iki yüzyıldır demokrasinin gerilemediğini, tersine geliştiğini söyleyebiliriz. Ancak bu gelişme doğrusal bir gelişme değildir. Demokrasinin seyri, sarkaç modeli bir seyirdir. Sarkacın bir sağa, bir sola gitmesi misali, demokrasinin gelişme çizgisinde ilerleme ve gerileme dönemleri birbirini izler.”

***

Demokrasi dalgaları ve “ters dalga”lar...

“Huntington’a göre ‘demokratikleşme dalgaları (waves of democratisation)’ arasında ‘ters dalgalar (reverse waves)’ bulunur. Örneğin 1820’lerde başlayıp 1920’lere kadar süren birinci demokratikleşme dalgasını 1922’de başlayıp 1943’e kadar süren ‘birinci ters dalga’ izlemiştir (24). Burada altını çizerek belirtelim ki ‘ters dalga’ sona ermeden yeni bir ‘demokratikleşme dalgası’ başlamıyor.”

***

“Kanımca 2000’lerin başında gerek Türkiye’de, gerekse diğer bazı ülkelerde, mevcut demokrasi dalgasının tükendiği ve 2010’larda bir “ters dalga”nın başladığı söylenebilir. Bu ters dalganın kaç yıl süreceği ve nasıl sona ereceğini ve sona ererken arkasında ne kadar büyük bir yıkım bırakacağını söylemek şu an için çok zor. İkinci Dünya Savaşından bu yana şu ya da bu şekilde süren demokrasi dalgasının büyük bir karşı dalga enerjisi biriktirdiği ve bu nedenle de karşı dalganın kolayca sona ermeyeceği ve belki daha yıllarca ve hatta on yıllarca devam edeceği ve derecesini daha da artıracağı tahmin edilebilir.”

Hukuk profesörlerine değil, gazetecilere bak

Kemal Gözler, yaklaşık 10 yıldır “ters dalga”ya maruz kalan Türkiye’nin hukuk düzenindeki değişimleri anlatırken çok çarpıcı ve hazin gözlemlerde bulunuyor.

Gözler’in, gözlemlerini neden somut örneklerle desteklemediğini izah ettiği şu satırlar bile nerede olduğumuzu göstermeye yeter aslında:

“Ben burada örneklere girmek istemiyorum. Zira somut örnekler vererek bu gözlemleri dile getirmek artık cesaret istiyor. İçinde bulunduğumuz akademik özgürlük düzeyi buna müsait değil.”

Gelelim gözlemlere... Hiç araya girmeden bir tur da orada atalım:

“Hukuk burnunun üstüne kocaman bir yumruk yedi.

“Temel hak ve hürriyetleri korumak amacıyla tasarlanan anayasal ve hukukî mekanizmalar, temel hak ve hürriyetlere müdahale etme aracı hâline dönüştü.

“Hâkimler, temel hak ve hürriyetleri koruyan değil, tersine temel hak ve hürriyetlere müdahale eden görevliler hâline geldi.

“İktidarı sınırlandırmakla görevli organlardan birincisi olan Anayasa Mahkemesi, iktidarı sınırlandıran bir unsur değil, tersine onu tahkim eden bir unsur hâline dönüştü.

“Kısacası hukuk, siyasetin longa manus’u hâline geldi.

“Artık hukuk, siyaseti çerçevelendirmiyor; tersine o siyasetin cenderesi altında bulunuyor.”

***

“Artık anayasa veya kanunlardaki kurallara bakmak, karşılaşılan hukukî sorunun nasıl çözümleneceği konusunda bir fikir vermiyor. Örneğin anayasa mahkemelerinin önündeki bir iptal davasının sonucunu tahmin etmek için anayasanın ne dediğine bakmanın bir yararı yok. Zira artık anayasa mahkemesi kararları anayasaya değil, birtakım hukuk dışı faktörlere bağlı. Belirli bir davada anayasa mahkemesinin ne yönde karar vereceğini anayasa hukuku profesörleri değil, gazeteciler daha iyi tahmin ediyorlar.

“Aynı şey idare ve ceza hukuku için de geçerli. İktidarın önem verdiği bir idarî işlemin idarî yargı tarafından iptal edilme ihtimali neredeyse sıfır.”

***

“Yorum teorisi konusunda yıllarca çalıştım ve bu konuda pek çok makale yazdım. Artık üzülerek görüyorum ki, hiçbir yorum teorisi, hâkimler üzerinde, hâkimlerin siyasal çevrelerden aldıkları sinyallerin yarattığı etkinin yarısı kadar bile bir etki yaratmıyor. Genç meslektaşlarıma yorum teorisi üzerinde çalışıp bu işe yaramaz bilgilerle yıllarını heba etmek yerine, hakimlerin kişisel geçmişleri ve çalışırken hangi etkilere maruz kalarak karar verdikleri gibi unsurlar üzerinde çalışmalarını tavsiye ediyorum.

“Keza belirli bir hâkimin önünde davası olan kişilere de davanın nasıl sonuçlanacağı konusunda hukukçulara değil, gazetecilere veya bu etkiler konusunda bilgi sahibi olan diğer kişilere danışmalarını salık veririm.”

Kemal Gözler, ikinci makalesinde, sonuçlarını işte böyle özetlediği “ters dalga”ya direnebilecek bir hukuki çerçeveye sahip olmadığımızın artık iyice ortaya çıktığını; başlangıcında hem demokratik hem etkili olduğu düşünülen bu çerçevenin neden işlemediğini; hatalardan ders çıkarmak için hangi sorulara cevap aramamız gerektiğini (başka bir deyişle hangi demokratik ezberlerimizi ameliyat masasına yatırmamız gerektiğini) tartışıyor.

Yazının İkinci Bölümü

Anayasa hukukçusu Kemal Gözler’in tartışmaya açtığı başlıklar, niyeti üzüm yemek değil de bağcı dövmek olan “trol usûlü” bir itiraz için hayli kullanışlı görünüyor. Mesela, Gözler’in, “Açıkçası kamu görevlilerinin halka ve halkın temsilcilerine karşı sorumluluğu mitinin baştan sona sorgulanması lazım” cümlesi... Bunun altına girilecek, “Milli iradeye karşı yeniden bürokratik vesayet” tweet’ini “beğenecek” kimbilir ne kadar çok sosyal medya kullanıcısı çıkacaktır.

Anayasa hukukçusu Kemal Gözler’in, Türkiye’de hukukun ve demokrasinin nereye gittiğini ele aldığı çok önemli iki makalesinden söz ediyorduk...

Kemal Gözler, kendi kişisel internet sayfasından yayımladığı makalelerin ikincisinde, demokratik bir hukuki-anayasal çerçeve yaratma iddiası ve amacıyla çıkılan yolda, özellikle 2010 referandumundan itibaren ne gibi hatalar yapıldığını ele alıyordu.

Geçen yazımda (Serbestiyet, 20 Aralık) Gözler’in, kendilerini kabaca “liberal demokrasi” savunucusu olarak görenlerin (ki kendisi de onlar arasında yer alıyor), “doğru” cevaplarını neredeyse ezber ettiği sorular sorduğunu, yani bir anlamda liberalleri ve demokratları, demokratik ezberlerini gözden geçirmeye davet ettiğini söylemiştim.

Bugünkü yazımda, Kemal Gözler’in bu çerçevede hangi soruları sorduğunu aktaracağım size.

 “Nerede hata yaptık?”

Kemal Gözler’in “Demokrasi Nereye Gidiyor?” adlı ikinci makalesinin alt başlığı işte bu: “Nerede Hata Yaptık?”

Hatırlayacaksınız, Gözler, “son iki yüzyıldır demokrasinin gerilemediğini, tersine geliştiğini” savunuyor, fakat bunun “dalgalar” ve “ters dalgalar” halinde “sarkaç misali” seyreden bir gelişme olduğunu söylüyordu. Gözler’e göre, bugün bir “ters dalga” içindeydik:

“Kanımca 2000’lerin başında gerek Türkiye’de, gerekse diğer bazı ülkelerde, mevcut demokrasi dalgasının tükendiği ve 2010’larda bir ‘ters dalga’nın başladığı söylenebilir.”

İşte Gözler, ikinci makalesinde, içinden geçmekte olduğumuz ters dalganın bize öğreteceği şeyler üzerinde duruyor ve “2010’da başlayan demokrasinin ters dalgasına bakarak ‘nerede hata yaptık’ sorusunu” soruyor.

Gözler, “’Ters dalga’döneminde yaşadığımız tecrübeler, kamu hukukunun temel teorilerinin ve hatta bazı temel varsayımlarının sorgulanması gereğini gösteriyor” dedikten sonra bir dizi örnek veriyor ve bunları açıyor.

Aşağıda, bunların arasından benim seçtiğim bazı başlıkları bulacaksınız:

Seçim ilke ve yasaklarının gözden geçirilmesi: “Ters dalga döneminde, seçimlerde kullanılan oyun kendisi kadar oyun veriliş ortamının da önemli olduğu ortaya çıktı. Ters dalganın sürdüğü ülkelerde başta ifade hürriyeti olmak üzere pek çok hürriyete müdahale ediliyor; serbest tartışma ortamı sınırlandırılıyor; medyada çok seslilik ortadan kaldırılıyor; iktidar partileri devletin imkanlarından yararlandırılıyor ve neticede seçimler eşit olmayan koşullarda yapılıyor.

“(...)

“Dolayısıyla seçim ilke ve yasaklarının tekrar tartışılması ve değerlendirilmesi gerekiyor.”

Seçim sistemlerinin gözden geçirilmesi: “Ters dalga döneminde bazı ülkelerde seçim sistemi nedeniyle iktidar partisinin veya grubunun, seçim sistemi sayesinde ‘artık temsil’ sağlayarak parlâmentoda anayasayı değiştirebilecek çoğunluğu elde edebildiği görülmüştür.

“(...)

“Popülist liderlerin parlâmentolarda anayasayı değiştirme çoğunluğunu tek başına elde etmeleri bu ülkelerde anayasaların katılığı teorisinden beklenen güvencelerin çökmesine ve ‘suistimalci anayasacılık’ pratiklerinin yaygınlaşmasına imkan sağlamaktadır. Böyle bir ortamda bizatihi anayasa kavramının ve anayasacılık düşüncesinin bir değeri kalmamaktadır. İktidar partisinin anayasa değiştirme çoğunluğuna sahip olduğu bir ülkede zaten anayasa, iktidar partisini mantık gereği sınırlandıramaz. Bu açıdan, seçim sistemlerinin parlâmentoda artık temsile izin vermeyen bir şekilde tasarlanmasında yarar vardır. Dolayısıyla seçim sistemlerinin de tartışılması ve yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.”

Anayasayı referandumla değiştirme usülünde değişiklik: “Yine ters dalga döneminde yaşanan tecrübeler, anayasa değişikliği sürecinde referandum usûlünün anayasa değişikliklerini güçleştirmediğini, tersine kolaylaştırdığını göstermiştir. Parlâmentoda anayasa değişikliği için gerekli olan üçte ikilik çoğunluğu sağlayamayan popülist liderlerin, referandum yoluyla anayasa değişikliğini gerçekleştirmeleri mümkündür.

“(...)

“Bu nedenle anayasa değişikliği sürecinde referandum usûlüne yer verilip verilmemesi hususunun ve keza yer verilecekse anayasa değişikliği referandumları için geçerli oyların beşte üçü veya üçte ikisi gibi nitelikli çoğunluk kuralının getirilmesi hususunun tartışılması gerekir. Şüphesiz bu sonuncu kural (referandum için nitelikli çoğunluk kuralı), anayasa hukuku teorisinde alışılmadık bir kuraldır. Ama ters dalgada yaşadığımız tecrübeler, demokrasideki gerileme karşısında yeni tedbirlere olan ihtiyacı da ortaya çıkarmıştır.”

Anayasa Mahkemesi’nin oluşturulması usûlünde değişiklik: “2010’dan beri yaşadığımız ters dalga, bu mahkemelerin mevcut kuruluş tarzlarıyla iktidarı sınırlandırmak ve demokrasiyi korumak için yetersiz kaldıklarını gösteriyor. Çağdaş batı demokrasilerinde ve keza bizde, anayasa mahkemelerine yürütme ve yasama organlarının belli oranda üye seçmesi makul bir çözüm olarak görüldü. Benim kitaplarımda da Türk Anayasa Mahkemesinin kuruluş tarzı, 2010 öncesi dönemde yasama organına üye seçme yetkisini hiç vermemesi, 2010’dan sonraki dönemde çok sınırlı bir şekilde vermesi nedeniyle eleştirilmiştir. 2010’dan beri Türkiye’de yaşadığımız tecrübe, Anayasa Mahkemesine siyasî organların üye seçmesi usûlünün, en azından Türkiye için, pek de makul bir usûl olmadığını ve zararlı sonuçlar doğurabileceğini gösterdi. İçinden geçtiğimiz ters dalga sona erdikten sonra yapılacak yeni anayasada veya anayasa değişikliklerinde Anayasa Mahkemesine üye seçiminde yasama ve yürütme organlarına yetki tanınıp tanınmayacağı hususunun çok ciddi şekilde tartışılması gerekiyor.”

HS(Y)K’nın oluşturulması usûlünde değişiklik: “Aynı şeyler Hâkimler ve Savcılar (Yüksek) Kurulu için de söylenebilir.

“(...)

“Ters dalga sona erdikten sonra Türkiye’de Hâkimler ve Savcılar (Yüksek) Kurulunun yapısı hiç şüphesiz tekrar dizayn edilecektir. O zaman 2010 sonrası yaşadığımız acı tecrübelerden ders alınmalı, yürütme ve yasama organlarına bu Kurula üye seçme yetkisinin verilip verilmeyeceği hususu çok ciddi bir şekilde tartışılmalıdır. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin siyasal makamlar tarafından seçilmesine göre, Yargıtay ve Danıştay tarafından seçilmesi usûlü belki yargı bağımsızlığını sağlamak açısından daha isabetli bir usûl olabilir.”

Kamu görevlilerinin iktidar tarafından tayini usûlünde değişiklik: “Yine yaşadığımız tecrübeler, merkezî idarenin de kendi içinde siyasî makamlar ile kamu görevlileri arasındaki hiyerarşi ilişkisinin varlığı ve düzeyinin sorgulanmasına yol açıyor. Ataması siyasî makamların takdirine bağlı kamu görevlerinin ya tamamıyla ortadan kaldırılmasında ya da bu görevlerin sayısının çok büyük ölçüde sınırlandırılmasında yarar olabilir. Keza siyasî makamlar karşısında kamu görevinde kariyer ilkesinin güçlendirilmesinde yarar olduğu anlaşılıyor. Açıkçası kamu görevlilerinin halka ve halkın temsilcilerine karşı sorumluluğu mitinin baştan sona sorgulanması lazım.”

Muhtemel “bürokratik vesayet” suçlamaları...

Kolayca görülebileceği gibi, Kemal Gözler’in tartışmaya açtığı başlıklar, niyeti üzüm yemek değil de bağcı dövmek olan “trol usûlü” bir itiraz için hayli kullanışlı görünüyor. Mesela, “Kemal Gözler, milli iradeye karşı yeniden bürokratik vesayet öneriyor” başlığını “beğenecek” kimbilir ne kadar çok sosyal medya kullanıcısı çıkacaktır.

Kemal Gözler’in önerileri elbette bu argümanı ölçü alan eleştirilerle karşılaşacak; fakat önümüzdeki yılların hukuk tartışmalarının temelini oluşturacağına inandığım bu sorular, umarım hak ettiği ciddiyetle ele alınır.

Dipnotlar:

*Kemal Gözler, "Hukuk Nereye Gidiyor? Gözlemler ve Sorular", www.anayasa.gen.tr/hukuk-nereye-gidiyor.htm (Yayın Tarihi: 6 Aralık 2018).

**Kemal Gözler, "Demokrasi Nereye Gidiyor? Nerede Hata Yaptık?", www.anayasa.gen.tr/demokrasi-nereye-gidiyor.htm (Yayın Tarihi: 12 Aralık 2018).

Kaynak: Demokratik Ezberleri Gözden Geçirmeye Davet